Kavurucu sıcak yerini ürpertici ve soğuk bir rüzgara bırakmış, gökyüzü matem elbiselerini kuşanmıştı. Bakkalın önündeki büyük şemsiye rüzgarla dans ediyor ve ağaçlar yapraklarıyla eski bir şarkı fısıldıyordu. Yaklaşan yağmurun kokusu uyardı insanları nazikçe. Sıcak havanın bezginliğiyle yarı baygın yatanlar koşuşturmaya başlamıştı.

'Ne garip… Az önce sıcaktan yananlar gelen yağmurdan kaçıyorlar. İnsanlar çözümü olduğu gibi kabullenmiyor, biraz ıslanıp fedakarlık göstermeyi istemiyorlar, diye geçirdi içinden.

İlk yağmur damlalarının hızlanmasıyla birlikte artık sokaktaki hayvanlar da ıslanmaktan rahatsız oldu. Yanına gelen kedi önce yüzüne baktı; kuyruğunu havaya kaldırıp tiz, kısa bir miyavlamayla adeta izin istedi ve bacaklarının arasından süzülüp sandalyesinin altına sokuldu.

Saatine baktı, cüzdanını yoklayıp kasaya gitti:

—Borcum ne kadar?

—İki top kaymaklı, bir top karamelli değil mi?

—Neli olduğu fark eder mi?

—Yok, hayır, fiyatları aynı.

—Ne kadar borcum?

Hesabı ödeyip teşekkür ettikten sonra kapıya çıktı. Bulutların aralanıp güneş ışıklarına fırsat verdiğini görünce yağmurun fazla kalmayacağını düşündü ve yürümeye başladı. İnce ince çiseleyen yağmurun altında ne bir şemsiye ne de bir şapka takmak istemedi. Yağmur nereye ait? Düştüğü toprağa mı? Buharlaştığı denizlere, göllere, nehirlere mi? Onu taşıyan buluta mı? Buluta ev sahipliği yapan semaya mı? Özgür müdür acaba? Yurtsuz gezgin midir? Düşünüp dururken havada bulut kalmadığını fark etti. Eski evine yaklaştıkça ayakları sanki ondan bağımsızdı artık, yolunu bulmak için onun tarifine ihtiyacı yoktu. Eski evinin bahçesi önünde durdu, tahta kapının kilidini kaldırdı, tedirgin adımlarla salıncakta sallanan çocuğa ilerledi.

—Merhaba ufaklık! Islanmışsın bak, hasta olursun.

—Yok ben de şimdi gideceğim zaten eve.

—Bu ev mi?

—Yok, bu değil, şuradaki. Burada kimse oturmuyor zaten.

—Hiç kimse mi? Ne zamandır?

—Bilmem. Sen kimsin, sana ne? Hırsız mısın sen?

—Sen hırsızlarla konuşur musun hep böyle?

—...

—Korkma korkma, hırsız değilim ben. Gözlerin yaşardı, çok özür dilerim korkuttuğum için. Ben eskiden burada yaşardım, eski evimiz bu ev.

—Yok ya, ne korkacağım. Ben eve gidiyorum, anneme sorayım mı burada kimse oturuyor mu diye?

—Gel, beraber gidelim, beraber sorarız.

Küçük çocukla birlikte bahçeden çıktılar, kapıyı kapatıp kilidi indirdi. Çocuğun gözlerindeki yaş kurumuştu ancak hala korktuğu belliydi. Elini uzattı çocuğa, çocuk yanaşmadı. Uzunca bir binanın önünde durdu çocuk.

—Ev burası, çağırayım mı annemi?

—E hadi çağır bakalım.

Bir hışımla eve çıkan çocuğun ardından etrafa baktı.

Tüm renkler kayboldu sanki bir anda. Rüzgar esmeyi bırakmış, ortalıkta kimsecikler kalmamış, tek başınaydı sanki şehirde. Dışarı çıkmak için yalvarırcasına atan kalbinin sesi kulak zarını patlatacak gibiydi. Gözlerini tek bir noktaya odaklamakta zorlanıyordu. Nefes almayı hatırladığında onu izleyen korkmuş çocuk ve annesini fark etti.

—İyi misin, su getirsin mi sana?

—İyiyim, teşekkürler, biraz yorgunum sadece.

—Ben tanıdım seni. Niye geldin?

—Ben hatırlayamadım, kusura bakmayın.

—Okula giderken buradan geçerdin her sabah, ben de adamı işe yollarken görüyordum seni. Şu ilerideki ev değil mi sizinki, bahçeli?

—Evet, öyleydi. Ne zamandan beri boş ev?

—Siz gittikten sonra hep değişti vallahi kiracılar. En son bir terbiyesiz vardı? onu da yolladık iki üç ay önce.

—Terbiyesiz mi?

—Evet, terbiyesiz, ahlaksız bütün mahalleyi delirtti. Sen niye geldin, kiraya mı vereceksiniz yoksa? Bak, bilmediğiniz insana vermeyin, sizin o emlakçıya da söyledik.

—Hanımefendi, benim ne emlakçıdan ne de kiracıdan haberim var. Ne oldu ki bu kadar kızdınız kiracıya?

—Daha ne olsun? Camları, perdeleri açıyor; evin içinden canlı yayın. O şeytana tapanlar gibi müzikler açıyor son ses, bir şey diyenlere de küfür ediyordu. Ama en son gençleri toplayıp eve kafir kafir konuşuyordu dinsiz imansız. Biz de gereğini yaptık, gönderdik. Gitmiş şimdi de Dereyolu'nda oturuyormuş. Allah sabır versin oradakilere.

—Bu emlakçının dükkanı nerede, biliyor musunuz?

Sinirli kadının yanından ayrıldıktan sonra emlakçının dükkanına doğru yürüdü. Dükkan, evinin tam karşısındaki yokuşun bitimindeydi. Gelirken önünden geçmiş ama fark etmemişti. Dükkanın kapısı açıktı ve direkt içeri girdi. İri yarı, gür saçlı, çirkin diyebileceği orta yaşlı bir adam masanın başında oturuyordu.

—Merhaba, bu ilerideki bahçeli ev ile siz mi ilgileniyorsunuz?

—Kiralık değil orası maalesef, satılık.

—O yüzden sormuyorum. Evin sahibi benim babam zaten.

—Evin sahibi Ayla Hanım.

—Babamın karısı.

—Anneniz mi?

—Hayır.

—Buyurun, ne vardı?

—Evin anahtarını alabilir miyim, gezmek istiyorum?

—Ben eşlik edebilirim ancak biraz beklerseniz, Ayla Hanımlar yurt dışında, kolay kolay ulaşamıyoruz, o yüzden size anahtarı veremem.

—Bekliyorum.

Dışarıdaki küçük tabureye oturup gökyüzüne baktı. Sabahtan beri onlarca kez güneş açıp kapatmıştı. Havanın bu istikrarsızlığının insanların üzerinde oldukça büyük bir etkisi vardı. Tüm şehir basiretsiz, dengesiz tabiri caizse aptal hale gelmişti.

Belki de ben bu şehri derinlere gömmek istediğim için hiçbir zerresine tahammülüm yok. Haksızlık etmemeliyim belki bugününe. O garip kiracı da benim yaşadıklarımı mı yaşadı acaba? Anlaşılamayan, kayıp, özgür, hassas bir ruh…

—Buyurun gidelim.

Adamın arkasından yürürken gevezeliğine maruz kaldı.

—Sizden de hiç bahsetmediler. Aranız açık galiba. Ben de üvey babamla hiç konuşmam. Hödüğün tekidir. En son kiracıyı da kaçırdılar buradan, adam saatini geçirmez yatırırdı kirayı. Okumuş adamı kabullenemiyor bunlar. Bırakın canım, zararı mı var size? Ünlüler istediği sapıklığı yapar, televizyondan izlerler bayıla bayıla, adam perdesini ötmüyor diye başını yediler. Hem herkes Allah'a inanacak diye bir şey yok ki. Adam satanist diyorlar, olsun. Birini kesecek olsa perdeleri mi açar, gerizekalılar. Geldik işte, çok değiştirmedik evin dışını. Mutfak dolapları, parkeler, bir de şöminenin yerini değiştirdik. Öyle daha lüks görünüyor. Anahtarın yedeğini kaybetmiş, mecbur kilit değiştirdik.

—Yalnız gezebilir miyim mahsuru yoksa?

—Tabii ki, normalde izin vermem ama buyurun siz. Yalnız biraz kirli, onu da temizletiyorum.

—Tamam, teşekkürler.


Evin içinde hiç eşya yoktu. Duvarlar yeni boyanmış, kokusu burun çocukluğa ait bir şeyler taşıyordu. Salondan geçip direkt eski odasına girdi. Yerlerde ufak tefek toz zerreleri vardı ama kirli sayılmazdı. Odasının küçük bir balkonu vardı bahçeye bakan. Balkondaki dolap gözüne çarptı, bir yerlerden tanıdık geldi. Hafızasını zorlayınca bunun kendi dolabı olduğunu hatırladı. Büyük bir dolap değildi, iki kapaklı içinde iki tane de çekmecesi vardı, yüksekliği kendi boyunu geçmiyordu. Kapaklarını açmaya çalıştı ama sıkışmıştı. Balkonda olduğu için nem ahşabı şişirmişti. Zorladı ve açıldı. Açılır açılmaz ayaklarına toprak yığıldı. Şaşkınlıkla kalakaldı. Dolabın içinde yarı yerine kadar toprak vardı. Şaşkınlığını üzerinden atıp toprağı boşaltmaya başladı. Çekmeceler artık görünüyordu. Iki çekmeceyi de aynı anda açtı. Bir kez daha şoka uğradı. Bir çekmecede çocukluk fotoğrafları, diğerinde birkaç defter ve kalem, bir de kilitli bir günlük vardı. Kendi günlüğüydü bu hatırladı.


—Demek ki kimse açmaya yeltenecek kadar merak etmedi beni…


Günlüğü ve fotoğraflarını aldı, sırt çantasına attı. Defterlere göz gezdirdi. Kesik kesik yazılar, tamamlanmamış cümleler, karlamalar ve son sayfalarda da aynı yazı…


Bir ağacın kökleri geçmişe mi uzanır, geleceğe mi?


Bunun son gariplik olmayacağını anladı.



Devamı gelecek…