“Le pouvoir a-t-il un sexe?”
(Gücün cinsiyeti olur mu?)
2018 yapımı komedi türündeki filmin yönetmenliğini üstlenen ve senarist ekipte yer alan Judith Davis, aynı zamanda başroldeki Angèle karakterini canlandırıyor.
İçinde bulunduğumuz çağın ikiyüzlülüğüne çokça göndermelerde bulunan filmde, temelde Angèle’in hikayesine odaklanılsa da aile üyeleri ve sık sık bir parti olmadığı vurgusu yapılan grubun üyesi arkadaşlarını da tanır gibi oluyoruz.
İnsanoğlunun bir zamanlar, zamanın akması için kendisine uğraşlar bulduğu dönemlerin aksine, yirmi dört saatin bile yetmediği ve kimsenin kendisine zaman ayıramadığından yakındığı bir dönem olan yirmi birinci yüzyılın ferdi Angèle’in, içinde bulunduğu sisteme karşı çocukluktan kalan bir isyanı bulunmaktadır.
Dünyayı değiştirmek gibi çocuksu bir hayali olan genç kadının, bu plana uygun olduğuna inandığı ve aradaki tüm gereksiz mesafelerin kalkacağı, insanların huzurlu-mutlu hissedeceği ve bir aradaymış hissine doyasıya varabilecekleri sokaklar yaratabileceğine inandığı bir mesleği vardır; şehir plancılığı. Bu hayal bir nevi küçük yaştan ona miras kalmıştır ona. Daha özgür bir dünya hayal eden annesinden öğrendiği bu durum, annesinin onu terk etmesinden (terk edildiğine inandırılmasından) sonra onunla ilgili kendisine kalan tek şey olacaktır.
Anne ve babası çok aşık olarak evlenseler de bir süre sonra sorunlar çıkacak ve ayrılacaklardır. İzleyiciye taban tabana zıt iki karakter imajı çizen ablası ve Angèle, annelerini hayatından çıkarmak konusunda da zıt düşecektir. Ablasının aksine terk edilmeye karşı öfke geliştiren ve çocukluğundan sonra annesiyle hiç görüşmeyen genç kadının onunla ilgili öğreneceği gerçekle beraber işsiz kalma sürecinde edindiği çevreye odaklanıyor film.
Kapitalist sistem eleştirisinde bulunan filmde hem diyaloglar hem de karşılaştığımız bazı afişler, mesajlar taşımakta. Bunlardan birisi olan “La lutte continue, Soutenons la grève
des bateliers » Fransa’da, tarihe 1968 Mayıs olayları olarak geçen ve günlerce süren grevde kullanılan bir slogan. Bu söz, Angèle’in babası Simon’un evinde bir poster olarak karşımıza çıkar. Tarihteki en büyük grev olarak anılan 1968 Mayıs olayının amacı Nanterre Üniversitesi’nin kapatılmasını protesto etmekti fakat daha sonra gelişen olaylardan dolayı greve katılım, öğrenciler başta olmak üzere sendikalar ve işçilerin de katılımıyla milyonları bulur, kapitalist düzenin şartlarına bir başkaldırı niteliği taşır ve bu süreç boyunca yalnızca ekonomik ve siyasi değil kültürel anlamda da etkileri hissedilir. Ayrıca dünyayı etkileyen bir olay ve yıl olarak da anılır.*
Simon’un evinde gördüğümüz bir diğer posterde de “Le pouvoir a-t-il un sexe?” (Gücün cinsiyeti olur mu?) yazmaktadır. 68 olaylarının dünyaya etkilerinden belki de en önemlisi olan kadınların hem iş yaşamında hem de özel hayatlarında eşit olmaları gerektiği ile ilgili evrimlerin gerçekleşmiş olması. Kıyafet anlamında 68 yılının dikkat çekici simgelerinden birisi de “pantolonlu genç kızlar” olmuştur.* Ayrıca bu protestolar sırasında yeni bir feminizm doğuşu ile kadının özgürlük alanları da artacaktır. Filmde kullanılan bu afiş bir anlamda gücün cinsiyetten arındırılması gerektiğini hatırlatmaktadır. Günümüzde bunun hâlâ bir sorun olarak tartışılması içler acısıdır o da ayrı bir tartışma konusu.
Yaklaşık bir buçuk saat boyunca antipatik olmaktan uzak, bir sistem eleştirisi yapılmaktadır. Başroldeki kadının sürekli “Pourquoi? (Neden?) diye sorguladığı şeylerin başında alışılagelmiş olan kurallara bir isyan vardır. Ablasının başta çocuksu bulduğu bu ruh hali, filmin sonunda eşinin stres altında çalışıp, amiyane tabirle kafayı kırması ile sonuçlanınca değişecektir tabii. Filmin başında, üniversitede çalışırken öğretmeni olup “Sistemi değiştirebilecek olan bizleriz.” mesajı veren kişinin, özel sektöre geçince “Yapılabilecek pek bir şey yok, dünya böyle, bunu kabullenin.” tarzı ikiyüzlülüğüne sert bir cevabı olur Angèle’in.
Gençlere fırsat tanımayan ve koltuklarına yapışıp kalan, lüks yazlık evlerine bir yenisini daha ekleyebilmek adına işkolik olan X kuşağını eleştirir ve onları sahte olmakla suçlar. Dünyanın pek çok açıdan değişmiş olduğu gerçektir, her neslin karşılaşmış olduğu zorluklar zamana göre elbet değişiklik göstermiştir fakat eleştirilen şey, yaşça daha büyük olanların günümüz dünyasını sürekli gençlikleri dönemindeki zorluklarla kıyaslayıp, yeni nesle bu konuda ahkam kesmeleridir. Söylediklerinin aksine yapılabilecek çok şey vardır fakat düzen içerisinde konforundan vazgeçmemek adına çevresine karşı ölüm sessizliğine bürünenlerden ötürü başroldeki kadın ve arkadaşları azınlık olarak kalmaya mahkûm gibi dururlar.
Tüm bunların dışında filmin başlarında gördüğümüz ve genç nesli “Prozac nesli” olarak tanımlayan dergi kapağı da bu nesli sessiz olmakla suçlamakta ve mağlup görmektedir. Başlık şöyledir; “Que reste-t-il des utopies? (Ütopyalardan geriye ne kaldı?)
Le silence de la génération Prozac. (Prozac neslinin sessizliği) Başrol oyuncusu genç kadının bu kapağa cevabı küçük bir çizim olacaktır. Son dönemde artan ilaç kullanımının eleştirisini yapan afişte gözden kaçırılan birkaç nokta var değinmek istediğim. Bir terapi niteliğinde olmasına rağmen insanların doğada, hem kentsel anlamdaki dönüşümden hem de yetersiz zamandan dolayı vakit geçirememesi ve doğa kanunlarına uygun kuralların hayata geçirilememesi, insanların yaşamını kötü etkileyen faktörlerden ikisi. Diğer yandan hasta olarak etiketlenebilen insanların kapitalist düzene dönüp köle olarak çalışabilmesine devam edebilmesi adına süreci hızlandırmak için başvurduğu yöntem çoğu zaman doktora bile başvurmadan ilaç kullanımı olabiliyor. Bu yöntem, destek almanın maddi ve manevi yüklerinden kaynaklanabiliyor. Bırakın psikolojik rahatsızlıkları, fiziksel rahatsızlıkların bile yadırgandığı hatta hâlâ engellilere uygun koşulların sağlanamadığı ve dışlanabildiği bir toplumda sistem, kişileri çürük elma olarak görmeye meyilliyken bu durum yalnızca ütopya olarak gördüğümüz birkaç İskandinav ülkesi dışında bir hayalden öteye geçemiyor. Burada filmde de değinilen bir durum göze çarpıyor, toplum yeteri kadar bilinçli olursa sorun yaşanan konuyla ilgili herkesin yaşamını kolaylaştıracak önlemleri alabilmek mümkün.
Tüm bunları küçük denebilecek bir grup insanla, belki de buna en uygun yer olan bir sınıfın içinde -çünkü yaşamı ve içinde bulunulan düzeni anlayabilmek ve sürünün bir parçası olmamak adına sorgulamayı öğrenmek ilkokulda başlamalı belki de- tartışan Angèle, annesinin bir zamanlar aşık olduğu babasının yanında, bir anda sudan çıkarak belirdiği gibi belireceği ve seveceği adamı, uzun yıllar yokluğunu hissettiği annesini, sürekli bozuk olduğu arasını düzelttiği ablasını ama en çok da kendisini bulacaktır finalde.
Kaynaklar;
- https://tasam.org/tr-TR/Icerik/880/mayis_1968den_gelecege_yankilar
- https://www.rtbf.be/article/mai-68-revolution-sexuelle-et-liberation-de-la-femme-9904114
- https://podcasts.audiomeans.fr/le-pouvoir-a-t-il-un-sexe-70ae901d
- https://sputniknews.com.tr/amp/20200102/fransada-bir-rekor-mayis-1968den-bu-yana-en-uzun-grev-1040953942.html