Troyalı kadınlar, Euripedes'in 2.lik ödülü kazandığı Troya tetrelogyanın 3. oyunudur [1]. MÖ. 415'te [2] Atina soğuk savaş dönemindeyken yazılmıştır.

   Atina ile Sparta halklarını karşı cephelere yerleştiren savaşın adı ''Peloponez'' dir.[3] MÖ.421 yılının Dionysia şenliklerinin [4] üzerinden fazla zaman geçmeden yani halkın morali yüksekken, Atina ile Sparta 50 yıllık barış kararı aldı. Ardından bir yardımlaşma paktı imzalandı. Fakat bu anlaşma fiilen geçerliliğini kısa sürede bozdu, taraflar her ne kadar anlaşmaya sadık gibi gözükse de birbirlerine zarar verme amacına girdiler. Bu dönem adeta bir soğuk savaştır ve oyunumuz bu arada yazılmıştır.

   Atina, MÖ. 416'da tarafsız olmasına rağmen Spartaya yakın gördüğü için Melos adasındaki tüm erkekleri idam edip tüm kadınları köleleştirdi. Aynı yıl Sicilya işgalini gündeme aldı ve iki yıl sonra gerçekleştirip felakete uğradı.

   Tarihçi Thukdides bu dönemi; ''işkilli ateşkes'' diye nitelemiştir. MÖ.414 yılında Atina anlaşmayı resmen bozdu. İşte, Euripides Troyalı Kadınları böyle bir dönemde yazdı. 

   Euripides MÖ. 485'te Salamis adasında doğdu. Zengin bir ailenin çocuğuydu, iyi eğitim gördü. Kendisi henüz 18 yaşındayken oyun yazmaya başlamıştır ve ünlü maddeci düşünür Anaksagoras'ın öğrencisidir. İlk kez ödüllü yarışmaya [5] MÖ.455'te, Pelias'ın Kızları ile katılmıştır. İlk birinciliğini ise MÖ.441'de Antigone ile almıştır. Toplamda 4 birincilik ödülü kazanmıştır fakat bunlardan biri ölümünden sonra gerçekleşmiştir. Yazdığı oyun sayısının yaklaşık 90 olduğu tahmin ediliyor fakat günümüze kalan eser sayısı sadece 19'dur. [6] Ayrıca Euripides'in büyük bir kütüphanesi vardı ve tarihteki ilk özel tiyatro koleksiyonuna sahipti.    

   O, döneminde tiyatronun gelişmesi için çabalayan, seyircisini eğiten, yeni soluk getiren bir yazardı. Poetik yükü daha da azaltmış dramatik yüke ağırlık vermiştir. öyle ki, onun için günümüze yakın zamanda yapılan bir inceleme şöyle diyor, ''O, kiliseyi sinemaya ama çok güzel bir sinemaya çevirdi.'' 

   Yunanlılar ve Romalılar onun oyunlarına özel mermer tiyatrolar inşa etmişlerdir. Onun oyunları sadece yeni tiyatrolar değil yeni tip oyuncular da gerektirmiştir. Oyuncularına; insana daha yakın oynamalarını, insanı gerçekçi bir biçimde vermelerini öğütlemiştir. Buna ek olarak gerçeği bilmelerini ve sahne üzerinde bunun tiyatral yansımasını göstermelerini istemiştir. Böylece modern tiyatronun kurulmasına katkı sağlamıştır. 

   Euripides, tregedyaya yeni bir amaç getirmiştir. Bunu oyunculara verdiği tavsiyelerden de anlayabiliriz. Onun amacı halka ayna tutmak olmuştur. Öyle ki, inceleyeceğimiz eserde güncel olaylardan yola çıkarak, seyirciye bir ayna tutmuştur. Bu daha sonraki yüzyıllarda çok kez tekrarlanacak hatta bazı sanatçıların sanat anlayışı haline gelecektir. Euripides ise bunun ilk temsilcilerindendir. O'nun tiyatroya katkıları hala önemini korumaktadır, kendisi için söylenen şu söz onun önemini daha iyi kavramamıza yardımcı olacaktır. ''Tarihten Euripides'i çıkartın, modern tiyatro ortadan kalkar.'' 

   Euripides'i çağdaşlarından ayıran büyük bir ayrım var. Euripides'in düşünceleri. O, sadece geleneklere; tanrıların hegemonyasına karşı çıkmadı. Aynı zamanda köleliğe ve kadın erkek ayrımına da karşı çıktı. Öyle ki o zamana kadar ki en etkili kadın karakter kullanımı ona aittir. Her ne kadar erkekler tarafından canlandırılsa da kadın karakter kullanımıyla Euripides, Hayatı, insanı anlama ve anlatma amacında büyük bir adım atmıştır. Yaptığı tüm yeniliklerle halkını daha da ileri taşımıştır. 

   Peki bu yenilikleri neden Europides yapmıştır? Bu sorunun cevabı içinde elbet; iyi eğitim alması, iyi bir aileden gelmesi ve kişilik özellikleri de vardır. Fakat dönemde ''Demokrasi'' kavramının gelişmekte olduğu gözardı edilmemelidir. Günümüzden baktığımızda rahatlıkla söyleyebiliyoruz ki, Euripides demokrasinin gelişmesinden etkilenmiş ve gelişimine katkı sağlamıştır.

   Euripides, Troyalı Kadınlar oyununu, kendi ülkesini eleştiren bir dille yazmıştır. Seyircisine önce dramatik etkiyi, sonra düşünceyi vermiştir. Savaşın kazananı olmadığını hatırlatan Euripides ülkesini savaşların getireceği ölümlere, yıkımlara karşı adeta ikaz etmiştir. Bu durum, güncel olayların tiyatro eserlerine uyarlanmasının ilk örneklerinden olduğundan sonrasındakilere örnek olmuştur. Bu konuyu oyuna değindikten sonra irdeleyeceğiz.

   Oyunun detaylarına girmeden önce Truva mitine değinmek isterim ki oyun daha net anlaşılsın.

   Truva kentinin kralı Priamos’tu. Karısı Hekabe’den olan en küçük oğlunun adı Paris’dir. Hekabe, Paris'in doğumundan birkaç gün önce rüyasında karnından çıkan dev bir alevin Truva kenti surlarını sardığını ve sonunda tüm kentin yandığını görür. Rüya yorumcuları, kraliçenin rüyasını iyiye yormazlar ve ona doğacak çocuğun Truva’nın yıkımına neden olacağını söylerler. Bunun üzerine Kral Priamos, bebek dünyaya gelince onu alır ve onu bugünkü Kaz Dağlarına götürüp ölüme terk etmesi için uşağına verir. Uşak ona verilen emri yerine getirir ve bebeği vahşi doğada ölüme terk eder. Ne yazık ki yazılan başa gelecektir. Bir dişi ayı, çocuğu görür ve emzirir. Bebek bir süre ayı sütüyle beslenir. Sonra bir çoban onu bularak evine götürür ve diğer çocuklarıyla birlikte büyütür. Delikanlı oluncaya kadar yaşamını iyi bir çoban olarak sürdüren Paris, bir gün kendisinin Olympos’lu üç tanrının güzellik yarışmasının hakemi olarak tayin edildiğini öğrenir. 

   Nifak tanrıçası, bir gün tanrıçaların kıskançlığını kabartmak için ortaya çıkar ve en güzel tanrıça kimdir sorusunu ortaya atar. Tanrıçaların hiçbiri kendisinin diğerinden daha çirkin olduğunu kabul etmez. Baş tanrı Zeus’un karısı olan Tanrıça Hera en güzel tanrıçanın kendisi olduğunu söyler. Kentlerin koruyucusu ve akıl tanrıçası olan Athena ile aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit’e göre de en güzel kendileridir. Sonunda sorun baş tanrı Zeus’a götürülüp, ondan hakemlik yapması istenir. Ancak Zeus bu işe karışmak istemez ve sorunun çözümünü bir ölümlüye havale eder. 

   Zeus’un hakem olarak seçtiği kişi, Paris'dir. Paris hakem olarak seçildiği haberini Zeus’un habercisi olan tanrı Hermes’den alır. Hermes, Zeus’un haberini verdikten sonra Paris’e bir elma verir. Paris’e bu elmayı hangi tanrıçayı güzel bulursa ona vermesini söyler. Tanrıçalar, güzellik yarışmasını kazanabilmek için Paris’e bir sürü rüşvet teklif ederler. Hera, Asya Krallığını vadeder; Athena, sonsuz akıl ve başarı teklif eder. Afrodit ise, dünyanın en güzel kadının aşkını vereceğini söyler. Bu kadın, Sparta Kralı Menelaos’un karısı Helena'dır. Bu arada Paris, yarışmadan önce Truva kentine giderek buradaki oyun ve yarışlara katıldı. Oyunları ve yarışmaları izleyen kral ve kraliçe başarılı yarışmacı Paris’e kalpten yakınlık duydular. Kim olduğunu merak ederek araştırdıklarında onun oğulları Paris olduğunu öğrenirler ve Paris sarayda prens olarak yaşamaya başlar. Yarışma günü geldiğinde, Paris güzel tanrıçaların karşısına çıktı ve Afrodit’in güzelliği karşısında tutulmuş, büyülenmiş bir şekilde elmayı Afrodit’in avuçlarına bırakıverdi.

   Tanrıçaların en güzeli seçilen Afrodit, verdiği sözü tutarak Helena’nın aşkını ona vermiştir. Paris, bir gemi hazırlatarak Peloponnes’a gitti ve bu adada hüküm süren Menelaos’un sarayında konuğu olarak ağırlandı. Kendisini misafir eden kralın karısı olan Helena’yı alıp Truva’ya kaçırdı. Bunun üzerine kral Menelaos, Yunanistan’daki Akha krallarının en güçlüsü olan kardeşi Agamemmon’a giderek Truva’ya bir sefer düzenlemesini istemiştir.

   Tanrılar bu savaşta ikiye bölünmüştür. Hera, Athena, Poseidon, Hephaistos ve Hermes, Akhaların tarafı olarak kendilerini bu savaşta konumlandırırken, Artemis, Aphrodite, Leto, Ares ve Apollon Troyalılar tarafını tutmuştur. Zeus ise savaşın yöneticisidir (Troyalıların tarafını tuttuğunu söyleyenler de vardır.). Fakat Aias'ın Athena'nın sığınağına sığınan Kassandra'yı sürükleyerek dışarı çıkarması Athena'yı kızdırmıştır ve Athena savaşta desteklediği tarafı değiştirmiştir. Yunanlıların dönüş yolunda, Poseidon ve Zeus'la anlaşıp üzerlerine üzerlerine gazabını kusmuştur.

   Troyalı kadınlar başladığında, Savaş bitmiş, tüm erkekler öldürülmüş; kadın ve çocuklar kimin esiri olacaklarının kararlaştırılmasını bekliyorlardı. Oyunun merkezine sırayla Hekabe, Kasandra, Andromakhe ve Helena girer.


HEKABE                                                                                                                        

Savaşta ölen Troya kralı Priamosun eşi olan, eski kraliçe Hekabe derin bir üzüntü içindedir. Savaşta elden giden sadece kocası, çocukları değil Troya'dır. Fakat yine de dik duruşundan, onurundan taviz vermemiştir. Troya'nın içine düştüğü durumdan dolayı tanrılara kızgındır. Yunanlı'ların hakettiğini bulması için dua eder. Ayrıca Tüm olanların sorumlusu tuttuğu Helena'ya nefret kusar.

''Görüyorum tanrıların yaptığını

Hiçlikten çıkıp yüceliyor onlar;

Yücelerdekilerse, yerlerde süründürülüyor.''


 ***


''Ey tanrılar! Sahi tanrılara neden sesleniyorum ki;

Bizim dileklerimize asla kulak vermediler...''

Hekabe'nin tanrılara olan isyanı, yukarıdaki alıntılarla daha anlaşılabilir olacaktır.

Hekabe, Helena için ''Tanrı lanetlisi'' ifadesini kullanıyor ve savunmasından sonra ona şöyle karşılık veriyor:

''Ne Hera'nın ne Pallas Athena'nın, bu kızın dediği gibi,

Troya'ya sırt çevireceğine inanmam.''

Bu sözle anlıyoruz ki, her ne kadar tanrılara kızgın olsa da Hera'nın başka umudu yoktur ta ki torunundan başka. Onun da surlardan aşığı atılarak öldürülmesinin ardından Troya için hiçbir umut kalmaz ve ardından Hekabe şu sözleri söyler:

''Bu çocuğu ondan korkan Akhalar öldürdü...''

Bu replikle beraber, savaşın insanı insanlıktan çıkardığı yüzümüze vurulmuştur.


KASANDRA


   Troya Kralı Priamos ve Hekabe'nin en güzel olduğu rivayet edilen kızıdır. Kassandra'nın en büyük arzusu geleceği bilmek ve rahibe olmaktı. Tanrı Apollonona bir teklif sundu; Kassandra onunla birlikte olursa ona geleceği görme yeteneği verecekti. Kassandra bu teklifi kabul etti. Apollon, Kasandra'nın ağzına tükürdü ve Kasandra geleceği görme yetisine sahip oldu. Ama Apollon ile birlikte olmadı. Bakire bir rahibe olma isteği Apollon'a verdiği sözden daha ağır basmıştı. Bir rivayete göre de aslında en başından beri Apollon ile birlikte olmaya niyeti yoktu, sadece geleceği görme yeteneği almak için Apollon'u kandırmıştı. Apollon bu duruma çok sinirlendi ve Kassandra'yı lanetledi. Lanete göre; Kassandra geleceği görecek ama kimseyi buna inandıramayacaktı. Mite göre Kasandra Truva atının [7] getireceği felaketleri görmüştür ama kimse ona inanmamıştır. 

   Athena'nın sunağına sığınmıştır fakat Aias onu sürükleyerek dışarı çıkartınca Tanrı Athena öfkelenmiş ve Poseidon ve Zeus'la anlaşıp Yunan'lıların dönüş yolunda onları cezalandırmıştır.

   Başkomutan Agamemnon'un onu kölesi olarak yatağına almak istediğini öğrendiği zaman, ona, onu öldürecek kadar yakın olabileceğinden sevinmiştir. Bunu şu sözlerle ifade etmiştir.

''Üzgün değilim beni zorladıkları yatak için, çünkü o yatak sayesinde 

En nefret ettiklerimizi yerle bir edeceğim.''

Kasandra aynı zamanda sık sık Troya'nın kahramanca savaştığını ve düşmanlarının onursuz davranışlar sergilediğini vurgulamıştır.

''Troyalılar vatanları için öldüler ve en güzel şan bu oldu onlara...''


***


''Bir kez gelip çattıysa savaş, kent için anlı şanlı ölüm hiç de kötü bir şey değildir; oysa soysuzca ölmek utanç verir...''

Ayrıca Kasandra ''...Beni, öç tanrıçası olan Erinys'lerden birini, al götür burdan...'' Diyerek alacağı intikamda ne kadar kararlı olduğunu gösteriyor. Euripides, burda; Küçük Asya mitinde var olan Anatanrıça sembolünün, yok edilip yerine Kendi kadınlarına köle sıfatı layık gören Zeus kültünü eleştiriyor.

   

ANDROMAKHE


   Hektor’un karısı. Truva savaşı sırasında babası, kardeşleri ve kocası Akhilleus tarafından öldürülmüştür. Bahtsız Andromakhe, Akhilleus'un oğlu Neoptolemos’un kölesi olacaktır. O'nun yaşadığı duygular en iyi şu repliklerle anlaşılabilir kanaatindeyiz.

''Poliskene, öldüğü için yine de,

Benim gibi bir diriden daha mutlu sayılmalı...''

   Hekabe'nin öğütü ise, O'nun oğlunu iyi bir şekilde yetiştirip Troya'nın geleceğini kurtarması için köleliği kabul etmesi yönünde oldu. Çok geçmeden çocuğunun Yunanlılar tarafından, surlardan atılarak öldürüleceğini öğrenmiştir. Andromakhe, içinde bulunduğu koşulların etkisiyle isyan eder:


''Ah helena! Tyndareos kızı! Zeus'un kızı filan değilsin sen ama seni yapan pek çok baba var bence. Sayayım sana: İntikam. Nefret. Cinayet. Ölüm ve daha kötü ne varsa.. Senin en büyük tanrıdan olduğunu inkar ediyorum işte!'' 

O da oyundaki hemen her karakter gibi savaşın sorumlusu olarak, Helena'yı görür.

''Sefil Troya, bir tek kadın ve bir rezil evlilik yüzünden binlerini yitirdin ...''


HELENA


   Paris'in Menelaos'tan kaçırdığı eski karısı. Truva savaşına neden olmuştur ve dünyanın en güzel kadı olduğu rivayet edilir. Çeşitli efsanelere göre Zeus'un fani bir kadından olan tek kızıdır. [8] Unutmamak gerekir ki: Troya sarayında ona güvenilmez kadın gözüyle bakılmış, hiçbir zaman Andromakhe gibi saygı görmemiştir. 

Eski kocası Menelaos, ona yunanistan'a döndüklerinde öldürüleceği haberini verir.

''Beni utandırmak neymiş gör...”

   Bu sözler üzerine Helene eski kocasına yalvarır, bağışlanmasını ister. Oysa onun yüzünden kaç bin ölmüştür. Troya kenti yok olmuştur. Ölümü hak etmiştir fakat unutulmamalı ki seçim şansı olmamıştır. Tanrı tarafından gönlü Paris'e bahşedilmiştir. Peki bu, neden Helena'nın başına gelmiştir?

   Yunan kültüründe sıkça üzerinde durulan kavramlardan biri, ölçülü olmaktır. Uygulanmadığı zaman felaketler getireceği düşünülür. Fakat Euripides burada, bu ölçülülük seçiminin her zaman elimizde olmadığını vurguluyor. Helena'nın sonunu getiren ölçüsüz güzelliği, Troya'nın sonunu getirense Paris'in ölçüsüzlüğü olmuştur.

   Oyun tiyatro tarihinin belki de en başarılı savaş karşıtı oyunu olma ünvanını taşıyor. 

''Karanlık ölüm kapamıştır onun gözlerini;

İnançsızların elindeki kılıç, inanmışları vurdu işte...''


Güncel Olayların Tiyatro Sahnesine Yansıması                                                      

 

  Euripides'in Troyalı Kadınlar örneğiyle güncel olayların tiyatroya uyarlanmasının ilk temsilcilerinden olmuştur. Aynı zamanda günümüze kadar uzanan bir meşale yakarak, tiyatroyu halka mesaj veren bir araç olarak görmüştür. Bu görüş Türk tiyatrosunda da yer bulmuştur.

   Euripides, sadece sosyal olayları sahneye taşımakla kalmadı aynı zamanda bir üyesi olduğu, devlet topluluğunu çok sert bir dille eleştirdi. Bu muhalif oyunlar, yakın dönem ve günümüz Türk tiyatrosunda örnekler barındırır. Bu oyunlar, yazarlarımızdan Aziz Nesin'in tabiriyle '' Nereye gidiyoruz?'' diye soran oyunlardır.

   Aziz Nesin, bireyin ve toplumun içinde bulunduğu güncel durumları evrenselleştirerek seyirciye yansıtmıştır. Kendisinin iyi oyun nedir? sorusuna verdiği cevap ise Euripides'in tiyatro anlayışıyla örtüşmektedir. 

''Seyircinin tiyatronun kapısından girerken 'A' olduğunu varsayalım, çıkarken 'A' artı 'X' (A+X) olduğu taktirde oyun, iyi bir oyundur.''    

   Güncel olayların Sahneye taşınmasına tiyatromuzdan verilebilecek diğer bir örnek ise, Devekuşu Kabere'dir. Bu tiyatro topluluğu dönemin; sosyal, kültürel, ekonomik, siyasi gerçeklerini sahne üzerine taşınmıştır. Hatta dönemin devlet büyükleri düzenli olarak bu oyunları seyirci olarak katılmışlardır.

   Yalnızca günümüz tiyatrosunda değil, geleneksel Türk tiyatrosunda da güncel olayların tuluat ile hicvedildiği bilinmektedir.

   Güncel olayları olumsuz bir yönde eleştirerek sahneye taşımak, yapılan ve yapılmakta olan bir iştir ve amacı daha güzel bir dünyadır. Ancak bu durum otoriteleri rahatsız etmeye başladığında gündeme sansür gelir. Bu sansür uzun süre dayatıldığında otosansür gelişir ve sanatçı kalıplara sokulmuş olur. Günümüzde görülen sansür olaylarına verilebilecek en iyi örneğin Kürt tiyatrosu olduğu düşüncesindeyiz çünkü otorite tarafından yok sayılmakta. Fakat asıl yok sayılan Kürtler ya da Kürtçe dili değil bu toprakların kültürel değerleri.

   Sansür konusuna iki taraftan da bakmak için bir örnek ele alalım. Yakın zamanda yerel gazetelerde görülen bir haberi örnek olarak inceleyelim: 

Amed Şehir Tiyatrosu organize ettikleri, Kürt Tiyatro Günleri’nin Adana Valiliğince yasaklanmasına ilişkin basın toplantısı düzenledi. Amed Şehir Tiyatrosu sahnesinde açıklama yapan oyuncu Özcan Ateş, yasaklanan oyunlardan birisinin kendi oyunları olduğunu belirterek, “Biz bugün Adana’da Yaşar Kemal Sahnesi’nde Moliere’nin Tartuffe [9]adlı oyununu sahneleyecektik. Fakat oyunumuz yasaklandı.''

   Oyuncuların bu sansürü kabul etmesi beklenemez, hem de aynı oyun aynı sahnede Türkçe oynanabiliyorken. Sansür sanatı, toplumu, bireyi bastırmak anlamına gelir ve sağlıksız bir toplumun oluşmasını sağlar.

   Sansürü uygulayan otoritenin gerekçesi ise şu: 

''Adana Valiliği il sınırları içinde huzur ve güvenliğin kişi dokunulmazlığının ve kamu esenliğinin sağlanması için tedbir almak '' 

   Bu gerekçeden anlıyoruz ki, sansür tiyatroya değil. Azınlık olarak tabir edilen kısmın gerçekleştireceği etkinlik sırasında toplumsal huzurun bozulmasına. 

   İki tarafın da kendine haklı gelen düşünceleri var fakat bu durumda biz, toplumsal huzur içinde, özgürce sahnelenen oyunları özledik.