o anın içindeyken, beraber, tam da bundan bahsetmiştim. üzerimize konan ufak tozlar, soğuk, terli ve nostaljikti. tatmasam bile, daha önce hiç, anımsıyordum. gözlerim yorgun ve kapanıyor, gittikçe, iç çekişler derinleşiyor. hiçbir sözcük gelmiyor ağzıma, genzim bir şeyler örüyor kendi kendine, sanki hiç açığa çıkarmadım sesimi, bugüne dek. tartışmadım ve konuşmadım. toz toprak dolu şehir. odanın perdeleri yırtık, bazı izler var, lekeler; perde yıkamayı sevmem. kirli bir yaşamı örtüyorum üzerime. tüller kayıp?

bileklerini kendim için kullanıyorum, bir yaşam belirtisi veriyorlar benim için. keşke, o an değişebilse zihinlerimiz; çünkü hem seni hem de senin üzerindeki kendimi merak ediyorum. benzemiyoruz, ama bazen de, ateşli bir hastalık gibi beliriveriyorsun ben gibi, elimi ayağıma dolandıran o tedirgin hisler yığılıyor üzerime. akıyorum yeni nehirlere, yıkanıyorum geçmişe. asla giyemeyeceğim. üzerime olmayan şeyleri, nehrin hemen kenarında ateşe veriyorum. dumanlar, isler yutkunuyoruz. haberleşiyoruz, bakışlarımız donuk. bir facia yaşandı. bedenlerimizden geçmişin damlaları aktı, gitti. yeni bir nehir, kucaklamak üzere birbirimize sırtımızı döndük.

ellerimiz boşlukta. sallanıyoruz. beraber.


ben buradayım, asla yitiremeyeceğin bir travma olarak, hep burada. rahatlığı bulan et yığını olarak kendimden çekiniyorum, işlevimin bu denli kısıtlı ve vahşi olabilmesi beni bana karşı korkutuyor.

ve daha da, fevri hareketler seziyorum, daha atılgan ve daha vurdumduymaz. bazı olasılıklardan kaçıyorum, bana söyleme, benden bekleme. ben seninle bir ses bile paylaşamayacak kadar hisliyim şu an, her an. tellerim titrek, tedirgin, her an kopabilecekmişim gibi, yaşamım çok hassas. bir yandan, ayaklarım baygın. kollarım karıncalanmış.

bütün bunlar bana aykırı, ben bir ahenk istiyorum. sessizliğin dansına göre adımlar atmak... nereye?


hayatım boyunca dans etmedim, hareket etmeyi bilmiyorum. yokuşları tırmanıyorum, kaldırımları yoluyorum, patikalarda düşüyorum. tepelerde uzaklara dalıyorum. denizin içinde, yok oluyorum.


evin içinde bir kutu, bana ait, bana kurduğun bu şeyciğe minnettarım. ellerinle bana yaptığın tüm iyilikler için ağlamak istiyorum. kendimi, senden duymak, benim için çok büyük bir his. ifadesiz.

şimdi ağlayacağım.

anlatmak, öyle değilmiş. bir cesaret de sayılmaz, belki de doğru kelimeleri seçebilmek, yaşamın marifetidir. ben hiçbir zaman becerikli olamadım, yarım yamalak izleri oradan oraya taşıdım. en azından kimseye bir yük olmadan sessizce kıvrıldım kenarlara, zamanı bu şekilde döndürdüm başımla.

çeviriyorum, bazı masalar yamuk dursa bile çerçeveler sakince uyukluyorlar. burnumun direği sızlıyor. evet tabii, onları koklayabilmeyi isterdim.


evi seviyorum, biraz daha ileri gidersem, yaşanmış duvarları aşarsam ve yatağının yerini değiştirirsem... ki olamaz hiçbiri, hiçbir şey değişmemeli. hiçbir şeyi değiştirebilecek gücüm yok. ben her şeyi ilk günkü gibi seviyorum.

zamanla parçalar dahil edebilirim, bazı gizlilikleri açabilirim, belki soğuk balkona soyunabilirim, çatlayabilirim tümden. işlevsizliğime seninle beraber gülebilirim. yanlış anlaşılmaların kurbanı olarak, düşünmek. yersiz ve zamansız düşünceler edinmek. bu yüzden komik. her an gülebilirim, evin, yersiz ve zamansız benim için. buna mutluluk denebilir mi?


uzanmak tepelere ve orada rastlamak devrilen bardaklara. dökülüyor kırmızı, sarı... tüylü bir sıvı, yayılıyor ve genişledikçe genişliyor. bir nefes.

doldurmak ve dökmek arasında çok fark var gibi geliyor, bazı şeylerin bu denli kolay döküldüğünü şimdi fark ediyorum. doldurmak, kaba bir zaman alıyor bizden. buna vaktimiz yok. 

peki bu yabancılık hissi, ne zaman dökülecek içimden?

ne zaman dalgalar boyumu aşacak, ne zaman karşı koyacağım bu güçlü gölgelere?

iç çek ve geri çekil, boyunca, yaşam şimdilik bu kadardı. diğer tarafına geçemedim, sarsıntılı yollar, ayaklarımın altında paramparça. 

nereden başlamalı, bunu hiçbir kitapta bulamadım. pek titizlikle aradığım da söylenemez, ben rastgele işlerin adamıyım. bir şey öylece karşıma çıkar, olur ve biter. 

ama bir süre düşünürüm her şeyin üzerine, olmadan önce ve olduktan sonra. olmayacak olsa bile, o ihtimallerin pürüzlerinde gezinmeyi severim. olduktan sonra bıraktığı, acı şeylere dil değdirmeden edemem. orada, biliyorum, asla yok olmayacak. 

benimle. 

hiç gitmeseniz olmaz mı?

peki ya ben, layık mıyım buraya? yaşananlara.

senin eğlenceni paylaşabiliyor muyum?

ardımdan gülümseyebiliyor musun?

her şey tek kişilik olamaz, değil mi?

umarım böyledir. umarım hâlâ hayatta küçük olumlamalar vardır. bizim için ayrı.


bu şekilde, sancılı tüm gece, bir kartpostalı nasıl çiziktireceğimi düşündüm. bir şeyleri resmetmek istedim, zihnimin buna isteği vardı ancak ellerim titredi, geri çekildi. bir yenilgiyi kabullendim inceden, bunun hakkında bir daha konuşmamayı tercih edip sustuk. saatlerce sustuk. ben de gelişigüzel kelimeleri yan yana getirdim. 

ütü

şişe

mırıltı

buruşuk yastık

karın gurultusu

uzak ses

soyulmuş cam

çizgili petek

bir can sıkıntısında, köşede otururken fark ettim o şeyleri, sıkıcı bir baloncuk içinde kendi kendime patlayıverdim. tüm parçalarım kartpostala sıçradı, aktı ve izlerini acımasızca geçmiş bir zamana bıraktı. karlı ve yıldızlı.

bir yaşam, burada, küt küt attı. son sözlerini ise bir anlık hislerle yüreğinden çıkardı. bir kere. öyle olsun, bir anlık hayat, serilsin yüzüme. serin bir gece, sarılalım. böylece son bulalım.


şimdi tekrar söyler misin bana, 

"biraz daha şarap dökeyim mi?"

evet. lütfen.

üzerime üzerime dök ki, ben bir daha bu denli çıplak ve aciz görünmeyeyim.