Turgut Uyar'ın yeterince bilinmediğini düşündüğüm şiirlerini sizler için derledim.


Çünkü Turgut Uyar, Göğe Bakma Durağı'ndan ibaret değildir.


Keyifli okumalar dilerim.



I. Kimsede Görmediğim


Kimsede görmediğim bir şiir

yüzü al ve akşamı aşıyor

Eski bir tanrı gibi kendi dininde

Uzun süren bir dönemi düşlüyor olmalı

İçindeki bir içkinin sıcaklığında

Suskunluğu bir başkaldırı olmalı

Elleri ayakları sinemalara bulaşmış

Romanlara bulaşmış

Genel helalara bulaşmış

Dağları iyi bilmediğinden

Denizleri anımsamış olmalı

Gözleri o yüzden çırpıntılı


Kara başlıklı geçmiş,

Sonsuz gelecek

Şimdi burda vakit gece ya

Bir yerlerde ey gözleri maden

Gündüz olmalı

Taşın içinde bir gündüz

Demirin, ağacın.



II. Terziler Geldiler


Terziler geldiler. Kırılmış büyük şeylere benzeyen şeylerle

daha çok koyu renklere ve daha çok ilişkilere

Bir kenti korkutan ve utandıran şeylerle.

Kumaşlar bulundu ve uyuyan kediler okşandı. Sonra

sonsuz çalgısı sevinçsizliğin.

Çay içmeye gidenler vardı akşamüstü, parklara gidenler de

Duruma uymak kısaltıyordu günlerini artamayan eksilmeyen bir hüzünle...

Yorgun ve solgundular, kumaşları buldular, kenti doldurdular

O çelenk onbin yıllıktı, taşıyıp getirdiler

Ölülerini gömmüşlerdi, kalabalıktılar, tozlarını silkmediler

Bütün caddeler boşaldı, herkes yol verdi,


'Tanrıtanır kadınlar ve cumhuriyetçiler

piyangocular, çiçek satın alanlar,

balıkçılar ağlarını, paraketelerini, ırıplarını, oltalarını

zokalarını, çevirmelerini ve kepçelerini topladılar.

Sigaralarını yere atıp söndürdüler sigara içenler.'


Bir şey vardı ısınmaz kalın kumaşların altında, kesip biçtiler

Patron çıkardılar, karşılaştırdılar,

Katlanılmaz bir uykunun sonunu kesip biçtiler

Şarkılara başladılar ölmüş bir at için

Makaslarını bırakmadılar

Bekleniyorlardı.


'Ey artık ölmüş olan at! -dediler-

Ne güzeldi senin çılgınlığın, ne ulaşılırdı!

Sen açardın,

Otuzüçbin at türünün tek kaynağıydın sen!

Tüylerin karaparlaktı. Koşumların,

-kokulu yağlarla ovulup parlatılan-

nasıl yakışırdı sağrılarına ve göke.


Göke bir ululuk katardı sonsuz biçimin, at!

Toynaklarını liflerle ovardık

Senin karaya boyanırdı koşuşun

Uyandırırdı bütün karaları ve denizleri.

Çılgın kişnemeni duyardık sonsuzun yanıbaşından

Ne güzel gözlerin vardı Kara at!

Binlerce kişi,

-çocuklar, kadınlar, erkekler görkemli yahut

darmadağın giysileriyle herkes

körler ve cüzzamlılar,

bütün kutsal kitaplar kalabalığı,

ermişler, kargışlılar ve günahlılar

gebe kadınlar, vâz edenler

ve dondurmacılar ve at cambazları ve

tecimenler ve kıralcılar ve gemicilerle

Tanrıtanımazlar ve tefeciler ve

yalvaçlar...

ormanlardan ve kıyılardan ve kıraç yerlerden gelmiş

senin mutlu ovanı doldurup

haykırırlardı.

Büyük sesler içinde sen, geçerdin...


Terziler geldiler. Bu güneşler odaların dışındaydı artık.

Herkes titrek ve sabırsız, titrek ve sabırsız evlerinde

Gazeteler yazmadı, dükkânlar dönemindeydik

Yüzlerce odalarda yüzlerce terziler, pencerelerini kapadılar

Parmakları uzun, kurusolgun yüzleri sararmış, eskimiş durmaktan

Yitik saat köstekleri, titrek ve sabırsız yorgun bacakları

Her şeylerine yön veren durmuşluğa olur dediler

Beğenip gülümsediler.


'Ey artık ölmüş olan at! -dediler-

Senin eyerin ne güzeldi.

Dişi keçi derisinden, ofir altınıyla süslü

Nasıl yaraşırdı belinin soylu çukurluğuna

Seninle öteleri ansırdık.

Öteler, baklanın ve pancarın duyarlığı

Kedinin varlığı erişilmez kişilik

Güneşli bir damda

İçimizden gemiler kaldırırdın,

Suyunu büyük şölenlerle tazelerdik

Bayramımızdın. Kuburlukların

bütün kişniş ve badem doluydu.

Simdi dar dünya

Ölümün büyük hızı kesildi.'


Terziler geldiler. Ateş ve kan getirmediler.

Hüzünleri kan ve ateşti ama. Uğultulu bir şey

Ekspresler garlarda kaldı, ilâçlar çıldırdılar

Kenti bir bastan bir basa dolaştım, tıs yok

Bütün odalara dağıldılar. Sürahiler tozlu, pabuçlar kurumuş

yerlerde kırpıntılar,


'oyulmuş yakalar, kolevlerinden arta kalanlar

vatka pamukları, verevine şeritler, kopçalar,

düğmeler, ilikler

iplik döküntüleri, kumaş parçaları,

karanlık akşamüstleri ve sabahlar,

dükkân tabelâları, kartvizitler...'


kasıklarına kadar çıkmış, en ufak bir ölüm bile yok.

Tarafsız bir aşk çağlıyordu onların solgunluğunda

Mutfaklarını kilitlediler, büyük atsı giysiler kestiler,


'Ey artık ölmüş olan at! -dediler-

Koşuşun büyütürdü dünyayı senin!

Sen nasıl da koşardın.

Biz güneyde yatardık, sen koşardın

Hangi at güzelse ondan da güzeldin

Kuyruğun parlak savruluşuyla bölerdi

bir karaya göğü

ve yüceltirdi, ince bezekli kuskununu.

Gemin güzel sesler çıkarırdı güzel

ağzında,

herkesi sevinçle haykırtan.

Başın yaraşırdı düşüncemize ve

gözlerine saygıyla bakardık...'


Terziler geldiler. Durgunluktu o dökük saçık giyindikleri

Yarım kalmışlardı. Tamamlanmadılar. Toplu odalarını sevdiler.

Ölümü hüzünle geçmişlerdi, ateşe tapardılar.

Kent eşiklerindeydi, ağlayışını duydular

Kestiler, biçtiler, dikmediler ve gitmediler,

iğnelerine iplik geçirip beklediler;


'Ey artık ölmüş olan at! -dediler-

En güzeli oydu iste, yüzünün

savaşla ilişkisi.

Boydanboya bir karşıkoyma, denge

ve istekli bir azalma. Onu bilirdik.

O ağaç senin kanınla beslenirdi,

hepimizi besleyen.

Bir ülkeyi yeniden yaratırdı şaşkınlığımız

senin karşında,

alışverişin, alfabenin, iplik döküntülerinin ve

her şeyi düzeltmeye kalkışmanın yok ettiği...'


III. Yavaşça Oluyor Ellerime


Susuz bir aklık başlayınca aramızdan

yavaşça oluyor ellerime bulaşması,

bir eksiyle yüklü minüskül H harfinden

bir meydan çarpmasından,

beni hatırlamakların


Bunlar bizim kızlarımızdır

Kara güller önlerinde kara

saçları çılgınca ikiye ayrılmış,

- hiçbir şey eski açıklığında değil ki -

yavaşça oluyor ellerime bulaşması,

bir ot sesinden bir at akşamından,

tam şehir içinde, otobüs durağında,

birden ulaşılmaz gençlikleri her şeyin...


Yapmayın... Nasıl inanırım eşitliğine!

Her yerde gençtir o Büyük Su.

Kıyıdadır,

boyalı sandallar ve sabah çocuğu kıyısındadır

Kırları ve ormanı geçince hemen,

şehir bitince yani çok kolay

yani lokantalar bitince sayın örtüleriyle,

kuzuların danaların kıyma yapıldığı kasaplardan sonra

elmalardan karpuzlardan biraz ötede

yani uzakta..

-hiçbir şey artık eski açıklığında değil ki-

yani kiliseden bozma camilerde

yani askeriye deposu yapılmış,

yani burda, orta yerde, ışıkta ve parada

zaman zaman gökyüzü gecesi aralığında.

...

Bir denizin yanında nedir ki bıyıklı ve saçları dökülmüş bir adam,

kötü bir alışkanlıktan başka nedir bir adam...


IV. Kıyıdaki Elmaya Bir Ses


ey canımın güftesi, eylülün ikinci haftasıydı o sıra

bana gülümseyerek getirdiğin bir bardak suydu o sıra


hatırla denize hiç bakmadık çünkü kıyısındaydık

bir elma kendi kendine büyür dururdu o sıra


bir kıyı ikindisiyle bir elma öyle kendiliğinden

büyürler bir öfkenin ya da bir dağın yanısıra


bir kıyının beslerliği bir elmadan ayrılmaz gibi ama

elma soğuk bir kış akşamında bile yenir ısıra ısıra


bir öfkeyi diriler durmadan elma, ovadan gelir

elbet küfelerle sandıklarla hüzünlerle ardısıra


ey geçmişten gelen konuk, sonsuz düğmelerimi tut

yerlerini yadırgayan sonsuz iliklerin adına


ey canımın güftesi, denize hiç bakmadık, hatırla

tek pencereli bir odada elma yedik ısıra ısıra


elmanın topraktan süzdüğü, gemilerin denizlerde gezdiği

bir tatildi, bir geçiştirmeydi, yalnızlıktı bir kusura


neydi, ne doğruydu, nerden vardık yakışmıyor konuşmak bize

öyle barışlar okuyup yalnızlığı yaşamak kara kara


ey canımın güftesi, ey penceresi bütün sıkıntılarımızın

bizim babalarımız neden ölürlerdi hatırla sıra sıra


bu söylediğim iyi bir şarkıdır elle bile hatırlanır

yani şu, ateş ve deniz buluşurlar bir limanda arasıra


yani şu, elma yenir ve balık durmaz kaçar

ama yenilmezler artık buluştukları sıra


V. Baharı Bekleyene


ben kışın güzelliğini söylerim ne gelirse dilime

çünkü kış bir hazırlıktır soluğuma kıpkırmızı gülüme


nice kırmızı ayaklar gelip geçti o gün katar katar

kış günleri sözgelişi ben bir çöp bile almadım elime


altı kız bir ay ışığı def çalıp şarkılar söylediler

beri yanda ormanlar yanardı, ciğerpareler lime


artık su uyur aşk uyanır mendilim kana boyanır

bilirim bu baharda da herkes hasetlenir halime


ve ellerim batık bir suda akar gözlerim her şeye bakar

bahar bir gelsin yeter artık eksikse de bırak elleme


su uyur düşman uyumaz suların dibi güllerde


altı kız bir oğlan def çalıp şarkılar söylediler

baktım birinin kara bir gecesi düşüvermiş mendilime


şimdi elimde baston silah, başımda şapka öyle

ağzımda kurşun hızında seçtiğim her kelime


su. hiç kimse durmazsa her şey yürür, bu aşk demektir

her şey kullanılmazsa dirim bir ihanettir ölüme


sakiniz elimiz filan temiz baharı filan bekleriz

fincanı tastan oyarlar içine bade mi koyarlar


biz silah kuşanırız bize bir şey söyleme