“Bir kadın kurgusal bir eser yazacaksa, parası ve kendine ait bir odası olmalıydı.”


Evet, Virginia Woolf sözlerini kadınlar ve kurgusal yazın üzerinde devam ettirirken bu cümleleri kuruyor. Para ve kendine ait bir oda. 20. yüzyılın sonlarına kadar kadının erkeğin malı olarak görüldüğü, eğitim almadan yaşamını sürdüğü ve ataerkil düzenin baskıladığı cinsiyetçi bir yapının içerisinde olduğunu biliyoruz. Para, Woolf’a göre kadının bakmakta zorunlu sayıldığı birçok işten sıyrılarak kendine ait bir oda edinmesini sağlıyor ve böylece kurgusal yazının değiştirilmesi için bir çıkış noktası belirleniyordu. Kadınlar, tarih boyunca edebiyatın merkezinde yer almasına rağmen, hep arka plana itilmiş, cinsiyetçi bir üslupla tasvir edilmişti.


Bugün gelinen noktada kadının kurgusal metinlerdeki tasviri, kadının edebiyata atılabilme kolaylığı ve değişen kolektif bilinçten dolayı bu tasvirler olağan karşılanır. Bu olağan karşılama aslında kadını hâlâ bir nesne olarak gören ve böylece yetişmeye devam eden belirli bir kuşağın tavrıdır. Kadına toplum tarafından yüklenen anlam: kadının bir birey olarak görülmeyişi toplumun ortak kabulü ya da bir tabu gibidir. Kurgusal metindeki tasvirin sorgulanması için bu tabunun aşılması gerekir.


Erkek egemen toplum, baskı altında olan kadını edebiyata giden yoldan uzaklaştırır. Söz sahibi olanın her şeyi söyleyebileceği böyle bir ortamda eleştiri sorumluluğu hep bir azınlığın omzundadır. Kurgusal metinde kadının yerinin kadın tarafından belirlenmesi bir kanonun yıkılmasına bağlıdır. Erkek perspektifinin üslubu, edebiyatta kadını etrafı sınırlandırıcı kelimelerle çevirli bir sığınağın içine hapseder. Çoğu feminist eleştirmen bu tutumları sert bir şekilde eleştirir. Örneğin Leopold Bloom’un bir gün içinde binbir farklı türde düşündüğü, serüvenler yaşadığı bazen tiyatral, bazen bitmeyen cümlelerle şiirsel anlatımların içinde kendini bulduğu ve edebiyat çevrelerinde hâlâ tartışılan Joyce’un Ulysses’ini ele alalım. Kitap yayınlandıktan sonra ABD’de ve İngiltere’de yasaklanan kitaplar listesine giriyor. Virginia Woolf da eleştirmeyi ihmal etmiyor. Romanın başkahramanının erotik düşünceleri ve kadın tutumu, romanı başta “aşağılık” yapar. Fakat şu günlerde aşılamaz bir kitlenin kitabı, Virginia Woolf kadar eleştirmediğini çünkü artık klasik bir yapıt olduğununun söylendiğini biliyoruz. Kadın tasvirinin klasik bir kitapta olağan olduğunu söyleyenler kadar, hiç de doğru bulmayıp eleştirenlerin de giderek çoğaldığını görüyoruz.


Özellikle romanın yüzyıl içinde edebiyat sayılamayacak ölçüde çok satan kitapları, kadının tasviri sorununu göz ardı eder. Çünkü okurun isteğine göre şekil alan bir yazar vardır. Ve bu yazar edebiyat kanonunu etkilediğinden habersizdir.


Edebiyat kanonu, toplumun ve kültürün kabul ettiği/kabullendiği yerleşik bir bilincin merkezinde bulunur ve gücü elinde tutanlar kanonu oluşturur/seçer. Kanonun değişmesi konusunda Gregory Jusdanis şunları söyler: “Feminist eleştirmenler gibi marjinal gruplar kanon uygulamalarını ve kanonun kendisini ortadan kaldırmak istiyorlarsa, kanonun gördüğü işlevi ve en azından çağdaş kültürde edebiyatın işgal ettiği merkezi konumu sorgulamalıdırlar. Aksi takdirde yapacakları sadece bir gözden geçirmeden, geleneksel hiyerarşide ihmal edilmiş metinlere sahip çıkmaktan ibaret kalacaktır.” ¹


Kanonun değişebilirliği, kanonu oluşturan kültürel zihniyetin değiştirilmesiyle doğru orantılıdır. Kadını hâlâ meta olarak gördüğümüz bir metine eleştiri gelmiyorsa bu başka bir olasılık görmeyen okurun sorunu mudur yoksa bunu sürdüren yazarın mı? Çoğu soru cevaplanmayı bekliyor. Yine de edebiyatın özerkleşerek izlediği yolda bugünün dünden daha umut verici olduğunu görüyoruz.


Kadın, Türk edebiyatının romana ve hikayeye geçmesiyle klasik Türk şiirinin metafor yüklü ve gerçeklikten kopuk tasvirli anlatısını geride bırakır. Bunun sebebi hem kadının artık toplumsal yaşamın içinde bulunabilmesi hem de yeni bir edebiyatın teşekkülüdür. Verilen ilk kurgusal eserlerde, ataerkil aile yapısında; doğurmaktan, ev işi yapmaktan başka vasfını görmediğimiz kadınların daha sonra, Cumhuriyet'e doğru özgürleştiğini görürüz.


Fakat bir de Woolf’un önermelerini haklı çıkaran örnekler vardır: Makbule Leman, Emine Semiye, Nezihe Muhittin gibi kadın yazar ve şairler kadın hakları ile ilgilenirler.

 

Nigar Hanım: “…Osmanlı şiirini yakından takip eden, imparatorlukta yaşayan farklı dinden ve milletten kişilerle benzer sosyal ortamları paylaşan ve bu yüzyılda toplum içinde yükselmeye başlayan kadın bilincine dair çalışmalara destek veren…”² biridir. Nigâr Hanım, “Hanımlara Mahsus Gazete” gibi dönemin kadın dergilerinde yazılarını ve şiirlerini yayınlar. Evinin salonunda batılı yazar arkadaşları gibi Türk edebiyatından önemli edebi kişilikleri de ağırlar, onlara piyano çalar ve gayet normal karşılanır. 


Hüseyin Rahmi’nin özellikle dönemin kadınlarının yaşam tarzıyla, tavırlarıyla ilgili hicvettiği öyküleri, kadını Türk edebiyatında baştan çıkarma işlevliyle gündeme getirir ki bu çoğu eserinde görülür. Aşüfte, metres gibi Hüseyin Rahmi’nin klişeleşmiş kadın tiplemeleri acaba kanonu ne kadar etkiler? Anayurt Oteli’nin "Ortalıkçı Kadın"ı, Hüseyin Rahmi’nin "Mürebbiye"si görmezden gelinen, değerlerin dışına itilen ve cinsellikle beraber anılan karakterlerdir.

Halide Edib’in eserlerine geldiğimizde artık kadını, erkeğin egemenliğini aşmış, toplumun benimsediği bir birey haline gelmiş tasvirlerle okuruz. Halide Edib, verdiği edebi eserlerde olduğu gibi bir hayat sürmüş, kadının Türk edebiyatında cesaret dolu ve erkekten bağımsızca yaşamını sürdürebilen ilk görünümlerini sunmuştur.


Leyla Erbil, Tomris Uyar, Adalet Ağaoğlu, Latife Tekin gibi isimler, Cumhuriyet sonrasında ve 12 Eylül sonrasında eser verirler. Kısacık bir romanın uzun şiiri olarak tanımladığı Gece Dersleri ve Sevgili Arsız Ölüm’ü yazmadan önce Latife Tekin, kendi içinde kaybetmek istemediği bazı şeylerin olduğunu ve bunlara direnmek için yazdığını söyler. Sevgili Arsız Ölüm, Márquez’in Yüzyıllık Yalnızlık romanı gibi büyülü gerçekçi bir romandır. Başkahramanı Dirmit ise genç kız olanları yıllardır temsil eder. Direnişin, ailenin ve çevrenin etrafında Dirmit ile cinsiyet rolleri eleştirilir. Romanın Dirmit’in daha fazla insana ulaşması için bir de sahnelenen tiyatro projesi vardır.


Roman karakterleri eşit toplumun gereğince şekillenmeye başladığında daha çok fark edilecek ve sorgulanacak olan şeyin, edebiyatın şimdiye kadarki cinsiyetçi tutumu olduğu anlaşılır hale gelecektir. Yazarın amacı problem çözmek değildir. Çoğu zaman problem ortaya çıkarır. Kontrolsüz problemler kaosun ve kanonun yönünü belirler. Çözüm için kanona odaklanmak lazımdır.


Edebiyatın kadınsız olamayacağını Peter Bichsel şöyle açıklıyor: “Eski zamanlarda olduğu gibi okuma ve yazma yine sadece erkeklere öğretilmiş olsaydı, edebiyatın şimdiye kadar çoktan ölmüş olacağına inanıyorum. Oğullarını baskıcı bir eğitimden uzak tutan ve kitap okumaları için onlara izin veren, onlara sabreden ve onları babalarına karşı koruyan ve savunan hep annelerdir.” ³

 


Alıntılar:

¹ Jusdanis, G. (2018). Gecikmiş Modernlik ve Estetik Kültür Milli Edebiyatın İcat Edilişi. Tuncay Birkan (Çev.). İstanbul: Metis Yayınları.

² Hüsniye Koç, Nigâr Hanım’ın Günlüklerinde Benlik İnşası: Geç Osmanlı Dönemi’nde Kadın Özneyi Yazmak, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, Cilt: 60, Sayı: 2

³ Bichsel, P. (2020) Edebiyat Dersleri: Frankfurt Dersleri. Ahmet Sarı, Şahbender Çoraklı (Çev.). İstanbul, Ketebe Yayınları.