Bu gün birlikte Türkiye’nin Demografik yapısını tarihsel konjonktür çerçevesiyle inceleyeceğiz. Mehmet Fatih Aysan’ın yazmış olduğu makalenin özeti niteliğinde bir yazıdır. Makalenin tamamın ulaşabileceğiniz bir link yorumlara bırakacağım. Keyifli okumalar dilerim.


Türkiye’nin demografik dönüşümü üç ana başlıktaincelenebilir. Bunlardan ilki, Osmanlı İmparatorluğu’ndan 1945’lere kadar süren yüksek doğum ve yüksek ölümünyaşandığı dönemdir. Salgın hastalıklar, savaşlar, yetersiz sağlık, eğitim ve altyapı hizmetleri, bu dönemin demografik şartlarını meydana getirmiştir. İkinci aşama, 1945 ile 2010 arası dönemi kapsar. Bu aşamada ölüm hızı düşerken doğum hızı daha yavaş düşmüş ve ülke nüfusu hızla artmıştır.Kabaca 2010’larda başlayan son aşamada ise hem ölüm hem de doğum hızları düşük seviyelerde sabitlenmiştir.Demografik yaşlanma olarak da tanımlanan toplam nüfus içindeki yaşlı insan sayısının artması ile demografik dönüşümün ekonomik ve sosyal sonuçları daha yoğun bir şekilde tartışılmaya başlanmıştır.

 

Tarih boyunca salgınlar da göz önüne alınarak düşünürler de devlet adamları da nüfus artışını sağlamak istemişlerdir. Avcı toplayıcı ve tarım toplumlarında nüfus artışı sağlanamamış olsa da Sanayi toplumlarına geçildiğinde nüfus artışında güzel bir yol kat edildiği kaynaklarla da gözlemlenebilmektedir. Doğum ve ölüm miktarları arasındaki fark makalede de bahsettiği üzere bizlere doğal nüfus artışını takip edebilmemizi sağlar. Kaba doğum oranı da Kaba ölüm oranı da belirli bir bölgede olan doğum ve ölüm sayılarından alınan veriler ile o bölgedeki yaşayan insan sayılarına bölünmesidir ki bu da bize doğum ve ölüm oranlarını verir. Demografiyi doğum ve ölüm kadar göç de etkilemektedir. Nüfus artışını sistemleştiren ilk kişi Malthus olmuştur ve nüfus artışı kontrole alınmaz ise iyilik getirmekten çok savaş ve açlık getireceğini ifade etmiştir. Malthus’un açıklamaya çalıştığı değişim kuramı ‘demografik geçiş kuramıdır.’ 3 aşamadan oluşmaktadır. Sanayi devrimi ile birlikte fiziki şartlar iyileşmiş, temiz su ve yeterli gıda üretimine başlanmıştır. Bu durumda ölüm oranlarının artış hızını yavaşlatmış ve nüfus büyümesine olanak sağlamıştır. İkinci aşamada ise şehirleşme başlamış ve insanların refah seviyesi artmıştır, böylelikle nüfus patlaması yaşanmasına neden olunmuştur. Üçüncü aşama ise gelişen sağlık sektörüyle de yaşanan ölüm oranlarının sayısı doğum oranlarına göre oldukça düşük kalmıştır. Bu bilgilere istinaden Aysan da Türkiye’nin demografik yapısını bizlere anlatırken dönemlere bölmüş ve açıklayıcı bir şekilde okurlarına anlatmak istemiştir. Birlikte bu dönemlere bakalım.

 

İlk dönemimiz ‘Osmanlı İmparatorluğu’ndan 1945’lere kadar yüksek doğum ve yüksek ölüm oranların olduğu dönemdir.’ Osmanlı’da 19.yy’a kadar dönem dönem yerel nüfus sayımları yapılmıştır. Ancak kapsamlı olarak nüfus sayımında ilk bilinen 2.Mahmut Döneminde yapılmıştır. 45’lere kadar yaşanılan savaşlar ve toprak kaybetme durumu nüfus yapısını tamamen değiştirmiştir. ‘Doğum yanlısı nüfus politikalarının ilk resmî belgesi olarak kabul edilen Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun 1930’da yürürlüğe girmesiyle Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti kurularak doğumlar teşvik edilmeye, çocuk ölümleri ise azaltılmaya çalışıldı’ (Koç vd., 2010). İkinci Dünya Savaşı sonrasında kaba ölüm oranları hızla düşerken kaba doğum oranı ise 1945-1965 arası dönemde önce artmış ardından ölüm oranına kıyasla yavaşça düşmeye başlamıştır. Her ne kadar savaş boyunca nüfus artış hızında kısmi bir düşüş olsa da doğum yanlısı politikalar devam etmiş ve savaş sonrası 1945-1965 yılları arasındaki dönemde “bebek patlaması” olarak da tanımlanan yüksek doğum oranları yakalanmıştır. Bu yıllarda ekonomisi tarıma dayanan Türkiye’de çok çocuk sahibi olmak kazanç-fayda hesabı yapıldığında eşler için faydalıdır. Türkiye’de çok çocuk sahibi olmak özellikle de erkek çocuk sahibi olmak, eşler için rasyonel ekonomik bir karardır.

 

1965’e doğru artan genç nüfusun eğitim, istihdam ve altyapı gibi sektörlere yapmış olduğu baskı, doğumun kontrol altına alınmasını gündeme getirdi. Nüfus ile ilgili meseleleri ekonomik, sosyal ve tıbbi boyutları ile incelemek ve devletin nüfus politikalarına bilimsel yön vermek için 1967 yılında Nusret Fişek öncülüğünde Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü kuruldu. Bu dönemde doğum kontrolü devlet tarafından desteklenmiş, oluşturulan nüfus planlaması klinikleri ile modern doğum kontrol yöntemlerinin halk tarafından etkin bir biçimde kullanılması teşvik edilmiştir. Ancak her ne kadar iddialı hedefleri olsa da bu klinikler genellikle şehirlere hapsoldukları için doğurganlık üzerindeki etkileri sınırlı olmuştur. 1965-1974 yıllarında ancak beş yüz bin kadına program kapsamında spiral ve doğum kontrol hapı gibi modern doğum kontrol araçları sağlanabilmiş ve bu kurumlar da ulaşılması hedeflenen kadın nüfusunun ancak %25’ine hizmet verilebilmiştir (TÜSİAD, 1999, s. 43). Yine bu dönemde ikili anlaşmalar yoluyla başta Almanya olmak üzere birçok Avrupa ülkesine dış göç teşvik edilmiştir. Dış göçü teşvik eden politikaların altında iki önemli sebep yatar. Bunlardan birincisi, genç nüfusla birlikte artan işsizlik oranlarını düşürmektir. Özellikle kırsal kesimdeki genç işsizler bu yolla yurt dışına gönderilerek, iş piyasasındaki emek arzı düşürülmeye çalışılmıştır. İkincisi ise Avrupa’ya giden işçilerden elde edilecek paralarla dış ticaret açığı kapatılmaya çalışılmıştır.

 

1983-2010 yılları arasında ise bu dönem artık demografik geçişin tamamlandığı yani ölüm ve doğum oranlarının oldukça düşük seyrettiği ve nüfus artışının yavaşladığı dönemdir. Bu senelerde doğumlar ileriki yaşlara ertelenmiştir. Özellikle kentlerde eğitim seviyesi artan ve istihdama katılan kadınlar daha ileri yaşlarda çocuk yapmayı tercih etmektedirler. Yapılan çalışmalarda kadınların istihdamını olumsuz yönde etkilemeden hem çalışıp hem de çocuk sahibi olmalarını özendirecek uygulamalar benimsenmiştir. Her ne kadar bu politikalar netleşmese de doğum izinlerinin on altı haftadan yirmi dört haftaya kadar çıkarılması, kadınlar için esnek çalışma imkânları, bebek sahibi anneler için süt izni, emeklilik için getirilecek kolaylıklar, çocuk başına maddi desteğin arttırılması gibi yöntemler hem doğurganlığın arttırılması hem de aile-iş uyumunun sağlanması açısından önemli atılımlardır. AK Parti Hükûmeti’nin önce söylemde ardından da politika yapımında doğumu teşvik edici düzenlemelere gitmesine neden olmuştur. Türkiye, demografi geçişi, Avrupa ülkelerinden çok daha geç tecrübe etmenin avantajını yaşamaktadır.