''Tutku,hayatın en büyük azabıdır. Ama sadece yüce gönüllere musallat olur.''

Stendhal


Tutkulu olmak...

Tutku denildiğinde önceden akla hep "aşk" gelirdi. Ama artık tutkulu yaşam denildiğinde akıllara hayatı sevdiğimiz gibi yaşamak geliyor .İster metropol bir şehirde, ister bir sahil kasabasında, ister uçsuz bucaksız bir deniz ortasında. Yaşamı da içine aldığı için tek bir tutkun olması gerekmiyor. Yüreğimizden gelen küçük seslere bile kulak verdiğimizde hayatın güzelleştiğini görüyoruz. Mesela bir kitap, hayatımızda heyecan yaratabiliyor. Okurken bizi başkalaştırıp özgürleştirebiliyor. Ilık bir heyecan hissi oluyor içimizde.


Tutku...

Bu kelime bana kendimi yazlık bir sinema büyüsüne kaptırmışım gibi hissettiriyor. Kelimeyi duyduğum anda zihnimde art arda sorular beliriyor. Tutku bende ne idi? Heyecan, renk, enerji? Yaşamın canlılığı, istemek, yaşamak?

Tutku ne demek karar veremiyorum ama tutku ruhuma yerleştiğinde mutluluğun beni kapladığını biliyorum.Yüreğinden gelen seslere kulak verdiğinde, küçük şeylerle mutlu olduğunda hayat ne güzel! Bunları düşünürken bir yandan da bu duyguların olmadığı insanları düşünüyorum. Tutkunuz nedir diye sorulduğunda uzaklara dalan, düşünen hatta tutkusunun ne olduğunu bile bilmeyen insanlar....Bir şeyi hevesle yapmaktan ne zaman vazgeçti insanoğlu? Ya kendi tutkularını görmezden gelmeye ne zaman başladı? Yüreğinin en derininden gelen belki de bu zamandaki tek gerçek duygusunu ötelemeyi? Arzularına sahip çıkarak onları tutkuya dönüştürmeyi?


Tutku... Truva Uygarlığı'nın bile sonunu getiren duygudan söz ediyorum. Sonra kendi kendime acaba diyorum. Acaba tutkulu olmak mı acı verir insana yoksa tutkularını görmezden gelmek mi? Olduğumuz düzenin dışına çıkma korkusu yaşamak mı, cesaretimizi esarete dönüştüren ve bizi o anın içinde mutsuz eden?


Tutku... Hani derinlerde bıraktığımız hatta o kadar derinlerde ki bizim bile bazen unutmuş olduğumuz duygu. İşte bu noktada tutkularımız dillenmez oluyor.

Ne yazık... Kendimizi en özgür hissedebildiğimiz noktaya gelemiyoruz. En doğal halimizi reddedip "mış gibi" yaşamaya başlıyoruz. Ah bir duysak tutkularımızı! Dünyanın yedi harikasından birine bakıyormuş gibi hissettirmeye başlıyor. İşte o an sanki akşamın mavi örtüsünde en sevdiğim sokakta yürüyormuşum gibi hissediyorum. Dilimde yüreğimi mutlu eden en sevdiğim şarkı. Mırıldanıyorum.

Ah ne güzel, akşama geçişte oluşan o renk! Bir de o rengi bir yaz akşamında en sevilen tonuyla yakaladıysam. İşte tutkular da böyle tam zamanında olmalı. Tutkuları yakalamalı, ulaşmak için çabalamalı bazen de düşüp kalkmalı. Belki de arayarak bulamayacağız tutkularımızı ama tutkular bizi olmamız gereken yere elbet götürecektir. Sabahattin Ali "Kürk Mantolu Madonna" kitabında şöyle diyor: "Kimi tutkular rehberimiz olur yaşam boyunca. Kollarıyla bizi sarar. Sorgulamadan peşlerinden gideriz ve hiç pişman olmayacağımızı biliriz.''


Sadece sarmalayan tutkun olmasın seni. Sen de tutkunu sarmala. Tutkunu eyleme dönüştürme hevesi seni sardıkça çevrendeki insanların bence ile başlayan kendince mantıklı düşüncelerine aldırmıyorsun. Almıyorsun o cümleleri yüreğine. Bırak konuşsunlar. Sen Zümrüdüanka kuşunun ''İstek Vadisi''ni şevkle, huzurla geçtiği gibi yüreğinden sıkıca tutkularını sararak geç o insanların arasından.


''Dum vivimus vivamus!''

Hayattayken yaşayalım der Latin bir atasözü. Günün kıymetimi bilelim. Hayat kısa. Bir anda bitiveriyor her şey. O yüzden yapmak istediğimiz ne varsa bir an önce tutkuyla yapmalı, ertelememeli. Uzun zamandır dinlemediğin bir şarkıya radyoda aniden rastlarsın ya; rastladığındaki heyecanla, mutlulukla tutkulara sarılmalı ve tutkulara eşlik etmeli.

"Omnia mea mecum porto." Yani bana ait olan her şeyi yanımda taşırım, der Çiçero. Tutkuların hep seninle. Bundan sonra tutkuların dillensin, hiç susmasın. Sen bütün benliğinle tutkunu duy. Sen kendi içine baktıkça ve tutkularının o enstrümantal sesini duydukça tutkun coşarak sana doğru akmaya devam edecektir. Ama "Festina Lante" kıvamında olsun her şey.

Usul usul...