yaşanmayı bekleyen hayatlar gördü. bencilliği tuttu, hepsini kendine istedi.


&


bir sahil kasabasında beline kadar saçları olan bir köylü kızı olabilirdi. küçücük bir dünyası, küçücük dertleri olurdu.


saçları bal rengiydi, beline kadar geliyordu. yüzü ay parçası kadar güzeldi. ön dişleri biraz daha uzundu, eskiden dişlekti. tel takınca düzelmişti. kaşları kavisli ve karakteristikti. çocukluktan beri tanıdığı birine aşıktı, esasen uzaktan kuzeniydi. onunla evlendi. evlenene kadar çok bekledi. haberi olmadan bin defa aldatıldı. yarısından haberi vardı, yarısından yoktu. her seferinde ona inanmayı seçti çünkü en başta onu sevmişti. neyini sevdiğini bile hatırlayamayacak kadar uzun zaman geçse de artık emindi. kendisi için ondan başkası yoktu.


evliliği o kadar kötü sayılmazdı. eşi her akşam eve gelir, o gün yaşanan komik bir şey anlatırdı. küçük evlerinin bahçesinde çay içer, birlikte gülerlerdi. köylülerin hepsini tanırdı. yabancıların sadece yaz mevsiminde hayatlarına dahil olduğu bu küçük dünyada mutlu muydu.


fena sayılmazdı. hiç olmazsa geceleri denizin dalgalarını dinleyebilirdi. puslu ve serin sabahlarda tuz kokan havayı içine çeker, kimi zaman sebepsiz bir melankoliye kapılırdı. bu günler çoğunlukla eşinin içtiği akşamlara denk gelirdi. ya da telefonunu gizlediği. ya da işte mesaiye kaldığı.


yine de portakalı her zaman dalından yiyebilirdi. yazın bitmesinden korkmazdı. o kasabada tüm uykusuz gecelere rağmen kışların ayrı bir güzelliği vardı. kış mevsiminden korkmadan geçen bir hayat. çerçevelenmiş bir hayatı da olsa bunun verdiği özgürlüğü ondan başkası anlayamazdı.


&


bir uyuşturucu tacirinin metresi olabilirdi.


kimsenin görmediği gizli bakışlar. kapısında beliren isimsiz elbiseler. gözlerden uzak bir akşam yemeği. onu yabancı bir ülkede tanımıştı. adam kocamandı, kocaman kolları ve upuzun bacakları vardı. çok zengindi, dünya elinin altında bir oyuncaktı. istediği her şeyi alır, her şeyi yapar ve hiçbir sınırı kabul etmezdi. kendi kurallarına göre yaşardı. bu sınırsızlıkta da özgürlük vardı. en az saygısızlık olduğu kadar.


bir dostunun borcunu ödemeyen adamın dükkanına elinde sopalarla saldırmıştı bir gün. cezasız yırttı, her zamanki gibi. cezalar onun gibi adamlara işlemezdi. davranışlarının bedelleri olmasını da şaşkınlıkla karşılardı. aynı zamanda cömertti. evinde yemekleri mutlaka kendisi yapar, küçücük detaylara kimi zaman saatler harcardı. kusursuz bir dünyada, içinde sebebini bilmediği bir boşlukla yaşıyordu o adam. dünyanın en ucunda, ümit burnu’na bakan malikanesinin balkonunda pahalı purolar tüttürürken hayatındaki bu boşluk hiç geçecek mi diye merak ederdi. sabah kahvesini içerken, son model telefonundan borsaları takip ederken, pis işlerini hallederken, ailesiyle zaman geçirirken... istediği bu değildi. istediği kimsenin dudaklarında, bacaklarının arasında, parasında değildi.


başka bir şeydi. başka.


ve eğer, diye düşündü. bu tacir onu sevseydi, belki de hayatın anlamını kendisinde bulmuş olurdu. o, kendisi! hayatın anlamı olurdu. ne kadar yüce. ve ne kadar büyük.


ıslak saçlarla pahalı yataklarda uyunan ikindi uykuları. pürüzsüz bacakları çarşafa süründüğünde hissettiği hafif rahatsızlık. şeftali tüylerini dik dik eden elektrik. beyaz gecelikle aşağı iniyor. mutfağında yabancılar var. hepsi erkek. hepsi mafya. masanın üstünde Iphone’lar toplanmış. merdivenlerde çıplak ayaklarının zemine değince çıkardığı seslerle başlarını kaldırıp kulak kesiliyorlar. yanakları kızarıyor. sevgilisi bundan zevk alır gibi, konuşmadan önce dikkatlerin iyice üzerinde toplanmasını bekliyor. tavrında hep üstü kapalı bir umursamazlık var. metres bundan hoşlanmıyor. hayatın anlamını umursamamak mümkün mü? bu, ölüm demektir!


ya da belki de o, hayatın anlamı değildir. bunu ne zaman düşünse hırçınlaşıyor. bir keresinde mutfakta en sağlamından bir sinir krizi geçirmişti. zeminde parçalanan pahalı tabaklar. mutfak tezgahında sert nefret seksi. dağınıklığı sorgulamayan hizmetçiler. birileri, evet, belki de birileri sorsaydı zavallı kızı bu korkunç adamdan kurtarırlardı!


ama o, onu seviyor. duştan çıktığında saçlarından gelen taze çiçek kokusu kadar yoğun sevgisi. sahte belgelerle yolculuk ederken gerginlikten huysuzluk etmektense elini tutup ona güvenecek kadar aptal.


ve kendisi kaçıp zavallı kızı polislerin eline bıraktığında o da yalnızca kendi hayatının anlamı olabileceğini keşfediyor. ya da belki de hayatın anlamsızlığını.


elbette biraz geç kalıyor.


&


tasarım bölümü mezunu, güney afrikalı bir genç kız olabilirdi.


yirmi iki yaşında. yüksek lisansı için israil'e gidecek. havalimanında dikkatleri üzerine çekiyor çünkü garip bir asaleti var. baştan aşağı siyah giyinmiş. sporcu atleti, siyah eşofman, asker postalları. sarı uzun saçlarını tepesinden toplamış. beyaz teni güneş yanığı, omuzlarında belli belirsiz kızarıklıklar var. maskeyle çok güzel, maskesiz yüzü biraz uzun. sesi hafif çatallı. konuşurken vurguları keskin. güzel bir hayatı var. kopmak istemiyor ama mecbur.


ve annesini özlüyor.


uçaktaki türbülanslardan hiç korkmuyor. eğer o olsaydı herkes ona aşık olurdu.


kitabını açıyor. biraz okuyup uyuyor. uyurken kolyesi kopuyor. onu annesi vermişti. uyanıyor ve sinirleri bozulduğu için ağlıyor. 


ama uçaktan inecek. kendisine yeni bir hayat kuracak. annesi ona başka bir kolye hediye edecek. üstelik zengin olduğunda her şeyin yanı sıra güzel olacak.


-

farklı bir şey denemek istedim.