Genç adam günün sonunda günlüğüne şunları yazdı:

Öğleden sonra Kara Fırın’da oturmuş, bir yandan çayımı yudumlarken bir yandan iş yeri evraklarımı imzalamakla meşguldüm. Bir ara çalan korna sesinin geldiği cadde tarafına histerik bir duyguyla baktığım anda o güzel kadın arabasında yoldan geçiyordu. O muydu acaba? Neden hala emin değildim? Hislerim yanılsa da gözlerim o kısacık anı kaydetti. Ya serap gördüysem, ya zihnimin bana oynadığı küçük bir oyun, güzel bir hayal idi ise gördüğüm? Yok yok, gördüm ama! Gereksiz kuruntularımı bir yana koymasam gördüğüm gerçekler de buharlaşacak. Seslensem duyar mıydı acaba? O olsa duyardı. Mutlaka sesimden tanırdı. Kalkıp ardı sıra arabasına mı koşmalıydım? Belki sesim yankılanır, kulağına dolanırdı.

Off! Tanrım. Talihsiz anları yok sayalım. Bir soda daha istesem iyi gelir mi ki? 

O değildi. Sırf bu sebeple sade Türk kahvesi içersem iyi olur. Şimdi burada olsa, o, soda içerdi, ben de ona eşlik etmek için kesinlikle soda içerdim. Ben de ona uyardım. Birlikte aynı şeyi içmek bile hoşuma gidiyor. Neden bilmiyorum ama güzel bir şey bu. Yeterli bir sebep değil mi? Çoğu zaman basit, küçük ve sıradan şeyler mutlu olmam için yeterli oluyor; böyle hissediyorum ve bu basitlik mutlu olabilmenin temelidir aslında.

Kimi zaman görüşüp birlikte vakit geçirdiğimiz günlerde o kalkıp giderken bir daha buluşmak üzere vedalaştığımızda vuslata ermiş gibi sarılırdık. Bu çok hoşuma giderdi. İyi geliyordu bana, çok iyi. Bunu ona söylemiştim sanırım: “Bana iyi geliyorsun.” 

Ahh! Tanrım. O güzel gözlü kadın mıydı az önce korna çalarak bana seslenen? O olsa bana doğru bakmaz mıydı? Ya önündeki araca korna çaldıysa? Neden baksındı? Benim orada olduğumu bilmeden geçiyordu besbelli. 

Kesinlikle o olmalı. Sezgilerime güvenerek kesinlikle o diyorum tabii ki. O güzel sesli kadındı. Konuşunca, sesi, gırtlağında pürüzlü bir duvardan süzülen yağmur gibi yumuşayarak ve çatallaşarak akan o kadın. Bu sesin mırıldandığı türkülerle uyumak isterdim. Yalnız ve sessiz. Huzurlu ve derin.

Ahh! Tanrım. Böyle hülyalar gördüğüme sevinsem mi üzülsem mi kararsızım. Bu ikilem öldürecek beni, bu kesinleşti. 

Az önce bu caddeden geçen o güzel yürekli kadın değilse şuradan şuraya düşüp kalayım. Biliyorum o olmasaydı ve bunu hissetmeseydim çalan kornaya hemen bakacak değildim. Hem korna çaldığı anda bakışlarım başka bir şeye değil ışık hızıyla onun üzerine, güzel yüzüne, sol yanağına düştü. Ama sanki aynı hızla o da yüzünü, bana baktığı yönden önünde uzanan otomobil sürüsünün olduğu yola çevirmişti. Son salisede gördüm bunu. Evet, kesinlikle bu böyle oldu. İnandırıcı gelmedi değil mi size? Bekleyip görelim. Bakalım yanılmış mıyım? 


* * * 


Genç kadın iş yerinden ayrılmadan önce çantasında taşıdığı küçük günlüğüne şunları yazdı: 

O gün yine hafta sonu mesaisi için zorunlu göreve çağrılanlardan biri de bendim. Hastaneye gitmek üzere erken saatte evden yola koyuldum. Pandemi nedeniyle yeni görevlerle iş alanımız genişlemekte idi. Hastalığı hafif seyreden Covid-19 hastalarını evlerinde, karantinada iken, izleme görevi yapıyorduk. Bu takip işi umduğum kadar heyecan verici değildi. Ekibimdeki diğer arkadaşlarla hastanede buluşup gizli(!) vazifeme çıkacaktım. Bugün nedense güzergâhımdan sapmış, kurum aracı ile başka yollara girmiştim. Nasıl olsa mesaiye daha vardı. Aracın radyosundan ‘dünyanın müziğini’ dinliyor, bir şey düşünmeden müziğe ellerim, parmaklarım ve başımla tempo tutarak yol alıyordum. Birden onun da ‘aynı radyoyu severek dinlediğini’ bana söylemiş olduğunu hatırladım: Aynı frekansta buluşmak güzeldi. Acaba arasam mı diye aklımdan geçirdim. Sesini duymak iyi gelirdi: Sakinleştirici ve güven verici. Aramayı çok istiyordum. Ama o anda sebebini anlamadığım, bilemediğim bir his beni bu düşüncemden alıkoydu. Bunları düşündüğüm sırada bulunduğum caddedeki trafik iyice yavaşlamış ve durmuştu. İçimden bir ses sol tarafımda duran Kara Fırın’a bakmamı fısıldadı. O yöne bakınca daha da büyüyen gözlerime inanamadım. Orada oturmuş elindeki kâğıtlara bakıyor, inceliyor sonra masaya koyup imzalıyordu. Bir an ne yapacağımı bilemedim. O anın aptalca heyecanıyla elim kornaya gitti. Aynı anda pişman olup önüme, trafikteki araçlara baktım. Ama kesinlikle onun o anda bana baktığını hissedebiliyordum. Bir dakika kadar süren bir bekleyiş bana öyle uzun geldi ki... Keşke kalkıp aracıma doğru gelseydi. Ya da seslenirse hemen dönerdim ona doğru. Hem yüzüme de şaşırmış maskesi takarak. Onunla çay ya da sade kahve, belki o da bana uyar ikimiz de soda içerdik. Beni bekleyen ekip arkadaşlarımı bile bekletirdim evelallah. Trafik akmaya başladı. İçimde bir şeyler kaçırdığım duygusu ile mecbur müzik dinlemeye devam ettim. 

 

* * *


Hem kadının hem adamın yazdıklarının uydurma olduğunu söylemem kesinlikle saygısızlık olur. Ama olayı eksik anlatarak puzzle’ın sadece bir köşesindeki parçalarını size gösterdiklerini söylemem gerekiyor. Olayı tamamen anlamanız için bir de benim gördüklerimi, duyduklarımı okumanız gerekecek. 

İkisi de iki üç saatten fazla bir süre Kara Fırın’da oturup çay, kahve ve soda içip sohbet ettiler. Sohbet koyulaştıkça kadın işe gitmeyi bile umursamaz olmuştu. Adamın canına minnet. Onunla geçirdiği bir anlık zamana dahi paha biçilemezdi. Birbirlerinin gözlerinin ta derinlerine bakıyorlardı. Özellikle adam bakışlarını kadının gözlerinden bir saniye olsun ayırmıyordu. Gözlerine hapsetmek! Elinde olsa herhalde bunu düşünmeden yapardı.

Onlar farkında olmasalar da zaman durmadan akıp gidiyordu. Nihayet kadın işe gitmek için kalktı, tokalaşıp gitti. Adam ayrılmanın hüznü ile arkasından bakakaldı. En azından sarılsa ve öyle vedalaşsa bu kadar buruk hissetmeyecekti. Kadın iki üç dakika sonra tekrar döndü, makyajını tazelemek için olsa gerek, lavaboya uğradı. Döndüğünde yüzünde makyaj yapıldığına dair belirgin bir değişiklik yoktu. Masadaki anahtarını, telefonunu ve evrak çantasını sakin ve yavaş hareketlerle aldı. Giderken bu defa adamın düşündüğünü yaparak sarılıp vedalaştılar. Bir sevinç dalgası adamın tüm bedenini baştan aşağı etkisi altına almıştı. En kısa zamanda tekrar görüşeceğiz demekti bu sarılmalar. Hemen bir daha ne zaman görüşeceğinin planını yapmak için nasıl bir bahane yaratacağını düşünmeye başladı.

Beni, gri sırt çantasından çıkardı, avucuna aldı ve bir süre sıktı. Sonra masanın üzerine koydu ve telefonu ile fotoğrafımı çekti. Bu arada kadın arabasına bindi ve oturdukları Kara Fırın’ın karşısına gelince kornayı çaldı. Korna sesini ben de duydum. Üçüncü vedalaşma olmuştu bu korna sesi. 

Eksiği var fazlası yok anlattıklarımın. Abartıya başvurmanın gereği de yok zaten. Sadece konuşulanları ve gördüklerimi yorumsuz hali ile aktarıyorum. Kim olduğumu elbette merak ettiğinizi biliyorum. 

Bir gün adam, kadından gittiği deniz kıyısından ona küçük bir taş getirmesini rica etti. Kadın deniz kıyısında binlerce taş arasından beni seçip adama armağan olarak getirdiğinden bu yana adamın çantasında ilk günden bugüne tüm görüşmelerine kesintisiz tanık oldum. Adam beni eline aldığı ilk anda avucunda öyle sıkı tuttu ki sanırsın kaçmaya yeltenmişim. Uzun süre bir bana bir kadına şaşırmış gözlerle baktı. Kalbe benzeyen biçimime hayret etmesi uzun süre devam edince kadın bir açıklama mecburiyeti hissetmiş ve mahcup bir sesle “o kadar çok var ki bu şekil taşlar, fazla aramadım” dedi. “Olsun, kalp aşkı çağrıştırır, aşk ise özgürce sevebilmenin biricik yoludur.” diye içinden geçirdi: Üçüncü göz bir tanık olarak adamın böyle düşündüğünü tahmin ediyorum.