Yüksek bir uçurumun kenarında, parmak uçları hizada, otunu tüttürüyordu. Niyeti yeterince kafayı bulduktan sonra dengesini kaybedip aşağı düşmek ve huzur içinde ölmekti. Fakat böyle sessiz sedasız gitmek de olmazdı şimdi. Mikrofonu dudaklarına yaklaştırıp yüzlerce metre aşağıdaki kalabalığa seslendi.


“Ey insanlar!”


Herkes olduğu yerde durdu, tüm sesler kesildi ve tüm gözler, yüzlerce metre yukarıda, uçurumun kenarında duran genç adama yöneldi. Zıvanasız mikrofonundan derin bir nefes alıp uzun süre ciğerlerinde tuttu ve dumanı saldıktan sonra başladı konuşmasına.


“Burası, bu durduğum yer, intiharın eşiğidir. Biliyorum, pek çoğunuz geçti buradan. Kiminiz yaklaşmaya korktu, kiminiz şuraya oturup günlerce ayaklarını sallandırdıktan sonra bir şekilde vazgeçti. Kimileri de... Etrafınıza bir bakın, belki cesetleri duruyordur. 


Şimdi bana diyeceksiniz ki ‘Yapma!’ veya ‘Değmez!’ Fakat ben, nelerle savaştığımı bilmeden böyle şeyler söylemenizi küstahça bulacağım! Sonra, nelerle savaştığımı soracaksınız. Nah söylerim! Ölmeye değmeyeceğini düşüneceksiniz çünkü. Ne olursa olsun, ölmeye değmeyeceğini düşüneceksiniz. Ve beni zayıf, aciz bir insan olarak hatırlayacaksınız. Sizi temin ederim ki! Zayıfım. Çok zayıfım. Ben, bu savaşlardan galip çıkamayacak kadar aciz bir durumdayım. Hep öyleydim. Hatta, sanırım, bir kısmını kaybettim bile. Vasat bir adamım ben. Ama, eğer tek kelime anlatmadan öldürürsem kendimi, o zaman ‘Kim bilir’ diyeceksiniz, ‘ne derdi vardı. Yazık!’ Yazık... Yazığı kabul edebilirim.


Ha, ‘Anlat, belki çözeriz.’ diyenler olacaktır. Neden kimseyle paylaşmadığımı soranlar olacaktır. Çünkü... Hiçbirinizin umrunda değil amına koyayım! Çünkü ‘erkek adam ağlamaz’! Anlatabildim mi? Beyler, size diyorum; anladınız değil mi beni? O hissi bildiniz mi? Sizin de başınıza gelmiştir. O sikik erkeklik onurunu bir kenara koyup güçsüz düşmüşsünüzdür birinin karşısında. İçinizi açma gafletinde bulunmuşsunuzdur. Farkettiniz mi o an? Kimsenin sikinde değiliz oğlum! Ağzımı çok bozdum, özür dilerim.”


Yanındaki sehpadan birasını alıp dikledi kafasına. Mikrofondan uzun uzun duman çekip hapsetti ciğerlerine. Yavaşça bıraktı dumanı, yavaşça devam etti.


“Sahte ilgi... Kimsenin seni umursamadığını, zihninin içindeki -şeytanlarla mı diyeyim- savaşlarda tek başına olduğunu farkettiğin o an... İğrenç! Ama bu, özümsenebilecek bir acı. İnsan olmanın bazı bedelleri var. Akıl sahibi olmaktan gelir çoğu. Erkek olmanın ve kadın olmanın da kendine has bedelleri var. Erkek olmanın bir bedeli bu. Özümsenir. Özümsedim. Ama, mutlak da değil hani. Bazen, her erkeğe nasip olmaz, karşılıksız sevenler olur seni. Mahvedersin. Eline yüzüne bulaştırırsın. Herhalde o zamana kadar hiç karşılıksız sevilmediğindendir. Gerçek ilgiyi görünce kaçarsın. Çünkü gördüğün tek tük ilgiler hep sahteydi ve nefret ettin ilgiden. Yazık... Ya da boktan ‘erkeklik onuru’ yüzünden. Bilmiyorum, belki de bağlantılı bu ikisi. Çok sağlıklı düşünemiyorum şu an, kafam güzel oldu iyice... Zor, oğlum. İçini açmak çok zor... Sizin yüzünüzden! İnsanlar! Sert durmak zorundayım değil mi? Acı çeksem de belli etmemek zorundayım. Güçlü olmak, en azından güçlü durmak, güçlü görünmek zorundayım. Ancak öyle kabul edersiniz beni! Alayınızın... Neyse.”


Biranın dibi. Duman. Artık mikrofon değildi elindeki.


“Ağlayamıyorum. Günlerdir çabalıyorum ağlamak için. Bunu da o yüzden yaktım, hani... Ağlasam iyi gelebilir aslında.”


Duman.


“Bir de ne var biliyor musunuz? Ben iyi bir adam değilim. Herkes iyi biri sanıyor beni. Sadece kötülük yapacak fırsat geçmedi elime. Bazen düşüncelerim dehşet veriyor bana. Bazen de öyle şeyler düşünüyorum ki hayali bile yenilmez hissettiriyor.”


Sessizlik. Duman.


“Dibe vurmak. Güzeldir. Dibe vurduğumu sanmıştım. ‘Şimdi’ dedim, ‘yukarı çıkma vakti.’ Fight Club, bilirsiniz. İşte, daha aşağısı yok sanıyordum. Bileklerime kalemtraştan çıkardığım paslı jileti dayayıp dakikalar sonra vazgeçmek nasıl dip olmaz ki? O zaman da ağlamamıştım aslında. Ağlamadığın bir dip, dip değil mi acaba? Şimdi dipte miyim? Hıh, bayağı yukarıdayım gerçi. Şaka, hani... Belki de son bir şans vermeliyim kendime. Ağlamak için. Ama şimdi çok tatlı bastırdı uyku. Çok tatlı geliyor, şalteri kapatıp kendimi buradan aşağı bırakmak. Çok tatlı geliyor ölmek.”


Ciğerlerini doldurdu. Duman ruh edasıyla ağzından çıkarken bir anda gevşedi tüm kasları. Yüzükoyun uçurumdan bıraktı kendini. Ayakları zeminden koptuğu gibi aşağıdaki insanların yerini çeşit çeşit çiçeklerden oluşan uçsuz bucaksız çiçek bahçeleri aldı. Saatlerce, saatlerce uçtu çiçek bahçelerinin üzerinde. Ve sabaha karşı, salondaki halısının üzerinde uykuya daldı.