Türk edebiyatında 2000’li yıllardan itibaren öykü türü verimleri, Ahmet Mithat’tan bu yana yazılanlardan neredeyse daha fazla olmuştur. Bunda elbette öykü türünün dinamiklerinin diğer türlere göre daha anlaşılır ve kolay gibi algılanmasının payı büyük. Yazarlarımızın da zaman zaman bu yanlış algıya kapılıp öyküyü bir olay anlatmaktan ibaret gördüklerine şahit oluyoruz. Bu yanlış algı ve bu yanlışta ısrarcı oluş, öykü türünü nicelik olarak zirveye taşırken nitelik olarak bu türün henüz Türk edebiyatına yeni yeni girdiği dönemlere kadar götürebiliyor. Bu nedenledir ki ne tam manası ile “Yeni” olabiliyor ne de “Eski” kalabiliyoruz. Öyle ki eski zaman kassaslarının öykülerini andıran öykülerle dolup taşıyor kitaplar, dergiler ve çeşitli edebiyat platformları.


Hâl böyle iken hem okur hem de yazarlar sağlam metnin peşine düşüyor, bulunca da bırakmak istemiyor. Son zamanlarda çeşitli edebiyat dergilerinde birçok öyküsü yayımlanan, Yük Edebiyat dergisinin de editörlüğünü yapan Uğur Demircan’ın öyküleri de bu cinsten. Bu yazımızda Demircan’ın Türk Dili’nin 785. Sayısında (Mayıs 2017) yayımlanan “Uçurum” adlı öyküsünü kısaca incelemeye çalışacağız. Amacımız öykü tahlilinden ziyade Demircan’ın öykü dünyasına girmek ve okuru bu dünyada gezdirmektir.


“Uçurum” öyküsünün konusu domuz avına giden arkadaş grubundan birinin insan yanı ile mücadelesi ve uçurumdan kıl payı kurtuluşu. Şemsi Hoca, Cesur, Salih ve Halil domuz avına çıkarlar. Yol boyunca yazar bu dört kişiyi tanıtırken aynı zamanda birbirleri arasındaki bağı (özellikle Salih ve Halil) anlatır. Panelvan aracı bir yere koyup yürüyerek av peşine düşerler. Akşam yaklaşmaktadır, bir karaltı görürler. O esnada Salih, Halil’i vurmayı geçirir içinden. Geçmişteki birçok şey geliverir aklına. Kendini kaybetmiş gibidir ve tam tetiğe basacakken Cesur’un domuz sandıkları karaltının bir çoban ve sürüsü olduğunu bağırması hem diğerlerini hem de Salih’i uçurumun kıyısından döndürür.

Aslında yazar, başından sonuna dek okura böyle bir şey anlatacağı izlenimi vermiyor. Bir Anadolu kasabasında hemen her zaman olabilecek bir olay ve bu olaydaki kişilerin okura tanıtılması, okurun geriye dönüşlerle kahramanlar hakkında bilgi ve izlenim edinmesi. Ancak burada bir parantez açmak gerekiyor: geriye dönüşlerle anlatılan kahramanlar ana vakanın zincir halkalarını oluşturuyor. Böylece okur, öykünün sonlarına geldiğinde kahramanların davranışlarını anlamlandırabiliyor. Kısaca havada kalan bir cümle olmayışı, öykünün dinamiklerini de güçlü kılıyor.


Öyküde kahramanlara verilen isimler de tesadüf değil. Cesur, Şemsi Hoca, Salih, Halil… Her kahramanın karakteristik özellikleri isimlerinde gizli. Yine kahramanların anlatılan geniş mekâna/bölgeye uygun davranış ve diyalogları realist çizgiyi bozmamak adına yazarın olumlu bir yanı olarak karşımıza çıkıyor. Yazar böylece yerel/bölgesel sözcük ve söz grupları kullanarak realist çizgisini korumak ve okuru öykünün içine çekmekle kalmıyor, kültür elçiliği görevini üstlenerek yüzyıllar sonrasına bu sözcük ve söz gruplarını taşıyor. Günlük konuşma dilinin olması gereken doğallığıyla bunu yapabilmesi okurun öyküdeki bir kahraman gibi hissetmesine de kapı aralıyor.

Öyküde en dikkat çeken kişinin Şemsi Hoca olduğunu söylersek yanılmış olmayız. Yazar, Şemsi Hoca’yı tanıtırken yanlı tasvirler ve anekdotlarla okuru etkilemek istemiş. Bizce yazarın bu tutumu kurgusal metinler için bir kusur. Ancak yazarın Şemsi Hoca’yı bir paravan olarak kullanmak için okurun dikkatini Şemsi Hoca’ya çekmek için bu tutumu sergilediğini söylemek yanlış olmaz. Zira öykünün sonuna dek okur Şemsi Hoca’dan bir şeyler bekleyecekti ve yazar okuru yumuşak karnından vuracaktı.

Salih’in Halil’e olan hislerinin birden alevlenmesi ve son anda dış olay sayesinde yanlış yapmaktan kurtulması, geçmişin bütün birikiminin bir anda ortaya çıkmasından ve içindeki o insan yanına engel olamamasındandı. Okur buna ikna oldu mu, bilemiyoruz.


Demircan’ın kurgu dünyasının zenginliği, bu zenginliği duru bir Türkçe ile okura sunması öykünün kıymetini artırıyor. Ayakları yere basan bu öyküyü Türk Dili’nin 785. Sayısında veya yazarın kişisel blog sayfası ugurdemircan.blogspot.com adresinden okuyabilirsiniz. Ayrıca yazarın Yük Edebiyat'ta devam eden "Kilim" adlı tefrikasını da anmadan geçmemek gerekiyor.