Batmakta olan güneşin son ışınları yüzüme çarpıyordu. Bu his paha biçilmezdi. Bıkkınca oturduğum çimenliklerden kalkarak kayalıklara doğru yürümeye başladım.
Ayaklarım yolunu kaybetmiş gibiydi. Sadece yürüyordum. Kayalıklara geldiğimde herhangi bir yere oturdum. Denizi şimdi daha iyi hissediyordum. Oturduğum yerde rüzgâr daha sert esiyor, boynumdan hafifçe omuzlarıma gelen saçlarımı birbirine sokuyordu.
Denizin o kokusunu içime çektikçe aklıma gelen anılarla gözlerimden bir yaş döküldü. Barış'ı hatırladım. Gülünce kısılan gözlerini, yine gülünce ortaya çıkan gamzelerini, konuşurken ellerini hiçbir yere koyamamasını ve ona bakarken sıkışan kalbimi hatırladım.
Burada olsaydı. Karşımda olsaydı ona çok daha cesurca söylerdim içimden geçenleri. Hayır kendime yalan söylüyorum, söyleyemezdim. Çünkü yasaktı, yanlıştı. Çünkü alışılagelmiş değildi. Çünkü...
Ayıca kime göre yanlıştı? Bana göre doğruysa yapmam gerekmez miydi? Yanlışları kim belirliyordu? Soru sormak istersek soru çoktu bende. Peki cevapları? Sorularımın cevaplarını kim verecek Barış'ım?
Hayır hayır o benim Barış’ım değildi. Hiç olmamıştı ki zaten. Barış kimindi şimdi? Gülünce kısılan gözlerini, gamzelerini heyecanlı hallerini kime sergiliyordu şimdi? Bedenimi sanki buzlu bir suya oturttular gibi hissettim. Kıskançlık tüm bedenimi kaplamış göz yaşlarımın şimdi daha hızlı akmasına sebep olmuştu.
Elimi gri çantama götürüp günlüğümü ve kalemimi çıkardım. Son kaldığım yeri açıp yazmaya başladım.
"Bazen her şey için çok geç olabilir. Özellikle de içte ukde kalan hisler için..."