gün doğar. gece olur. akreple yelkovan döner, döner, döner... bazen hiç bitmeyecekmişçesine bu çember.


insanın aynı anda hem her şey, hem de hiçbir şey olmasının ağırlığını ruhunun kaldıramayışıdır bu.

manasızlığın sırtında kilometrelerce yol tepmek, üstelik bunu sırtında hamal gibi taşıdığı cesediyle yapmaktır.


ulu sözler biriktirmektir yırtık bir heybede. düşünerek geçirdiği saatlerin nihayetini bir vasıf belleyip zihninden gazete küpürleri gibi kestiği sözcüklerin koleksiyonculuğunu yapmaktır. oysa hiç ağırlaşmamasıdır o heybenin. her yol ayrımında, dudaklarından hiç çıkmamış bir avuç sözün daha kaybolmasıdır sessizce.


ya da en eğreti durduğu sahnede dansçılığa soyunmaktır; bu işi öyle ciddiyetle yapmaktır ki, kalabalıkların alaycı gülüşleri altında ezilmeyi dahi görmezden gelerek, sanki bin yıldır bunun üzerinde çalışıyormuşçasına bir özenle hareket etmeye devam etmek. gösterinin ardındansa hiç doğmamış olmayı dileyecek kadar buhranlarda sürünmek.


buna "yaşamak anksiyetesi" denir belki de. belki ölmeden ölmek kolay görünüyordur bu sebeple. belki ölümün de anksiyetesi vardır ve belki o anın da yaşamayı diletecek nice korkuları vardır... bahşedilmiş hayata duyulan saygıdır belki de insanı bu bilinmezlikten koruyan.