Saat 22.26. İçime doğan bir umut, kafamda canlanan bir hayal ile oturuyorum televizyonun karşısında ve saat 22.27.

Nerede bu hayal?

Çocukken kurduğun hayalleri günlerce tekrar tekrar kurup şu an bir dakika içerisinde aynı hayalin umutsuzluğuna, hayalsizliğine nasıl düşebiliyorsun? Bize bu umutsuzluğu kim aşıladı, gündelik her şeyin içinde ne ara bu işlendi bize? Yaparız diye bağırırken nasıl yapamayızla kapatıyorsun aynı dakikayı, gerçekten aklım yetmiyor.

.


İçimde bir çiçek açıyor

Açar açmaz bir rüzgar koparıyor

Dalında diğer gonca bekliyor

Rüzgarın korkusuna eli eteğini bırakamıyor

.


İşte böyle. Hadi diye kalkamadan olmaz diye oturmaya alıştığım güne dönüp kendime el uzatma isteğim asla bitmedi.

“Seni kimse böylesine hızlı umutsuzlaştıramaz!” diye kendime bağırmamak için tuttuğum dilim şişti.

Ne oldu?

Bu sorumluluğun sahibi kimse değil ve herkes. Çabalamayan ise sadece benim; depresif olan, sırtından hırka düşürmeyen ve gördüğü destek bilinçaltında nedense kısa süreli kalan sadece benim.

Bu işe el atacak biri varsa o da benim ama iş günün sonunda "neyse, yarın"lara kalıyor.

Gideyim, dizi izleyeceğim. Bulabildiğim en yakın yarında yaşarım.