Yapılacak işler, her gün çok küçük detaylar dışında farklılık göstermiyordu. Sabah uyandığında güneşin pencereden suratına vurma açısı, şiddeti ne kadar değişiklik gösteriyorsa o kadardı. İş çıkışı otobüse ne zaman bindiğini hatırlayamadı. Evinin bulunduğu sokağa gelince aklına gelmişti. Gelene kadar hiçbir şey düşünmediği aklına gelince güldü. Aklına takılan bir şey olunca bir şey düşünmemeye ne kadar çabaladığını hatırladı. Otomatik hareketler düşünmesini engelliyor, o zamanlar belleğinden kısa sürede siliniyordu. Kendine Fatma seslendiğinde irkildi.

“Noldu bi sıkıntı mı var?”

”Yok, yok”

“Eee yemeğini ye, yemeğin soğudu.”

Sulu köfteyi ekmeksiz, bir çırpıda yedi. Âdeti olduğu üzere televizyonun karşısındaki kanepeye oturdu.


“Fatma çay hazır mı?”

”Hazırlarım hazırlamasına da uyuma da çay boşuna gitmesin.”

“Tamam, tamam.”

Kendisi bile inanmayarak söylemişti. Televizyona boş boş bakıyordu. Bu da otomatikleşmiş hareketlerindendi. Hareket eden insanlar, ışıkların arkasındaki cama vuruşu, renk değişiklikleri hiçbirini fark etmiyordu. Dalgın dalgın bakıyordu. Bu eşya ona yardım ediyordu. Belki uyumasını meşrulaştırıyor, işinin yorgunluğuna veriyordu. Kanepede yatma pozisyonunu almış, sehpayı uzaklaştırmıştı. Kumandayla kanalları değiştiriyordu. Bir kanalda durdu ve gözlerin kapanışıyla beraber kumanda da göbeğinin yanına düştü. Fatma çayı getirdiğinde çoktan uyumuştu. Yan odadan yorgan getirdi. Üstünü örttü. Tek kişilik koltuğa yerleşince kumandayı aradı. Yorganı üstünden kaldırıp usulca kumandayı aldı ve dizisini açıp çayını yudumladı.



Her salı üç kilo süt alırdı Fatma. Bu hafta sütçü gelmemişti. Sütlaç yapmayı düşünüyordu bu sefer. Saat epey geçince yemeği yapmaya başladı. Tezgahın üstünü boşalttı. Çocuklara bağırdı. Yere su dökülmüştü. Samet’i güzelce bir azarladı. Akşama yakın kocası gelmişti. Pirinç pilavı ve kuru fasulyeyi herkes beğendi. Yeni açtığı turşu da büyük bir iştahla yendi. Masanın arkasındaki perdeyi kapattı.

Çay koyayım mı diye sormadı Fatma. Kocası “Rahatsız hissediyorum, biraz kitap okuyacağım.” dedi.

 Fatma şaşırdı. Âdeti değildi kitap okumak. “Ne oldu, bir sıkıntı mı var, hayırdır?”

”Hayda... Benim kitap okumam için sıkıntı mı olması lazım?”

“İyi güzel, oku oku.”

Üç dört sayfa okuduktan sonra gözleri ağırdı. Uyku aşerdi adeta. Masadan kalkıp kanepeye uzandı. İki dakika boyunca debelendi. Uyuyamadı. Şaşırmıştı. Fatma

“Ne oldu, kitap okuman kısa sürdü.”

”Valla Fatma, anlamadım. Sen de bilirsin ben normalde hemen uyurum ama baya uykum olmasına rağmen uyuyamadım. Anlamadım gitti.”

”Kitap yaramadı sana, gerçi okudun sayılmaz da.”

”Bu kitap da hem uykunu getiriyor hem de uyutmuyor.”


“Televizyonun kumandası nerede Fatma?

”Bilmem, hiç açmadım bugün, yoruldum valla.”

Perde sonuna kadar açıktı. Meyveyi almaya kalktı ama canı çekmedi. Buzdolabının kapısını açtı ve kapadı. Kanepeye tekrar oturdu. Halının kenarını ayağıyla kaldırıp indirdi. Işıklar sabit bir hâlde hareket etmiyordu. Cam buğulanmıştı. Dışarıdan gelen etkilere açıktı ev. Koltuklar yorgun hâlde birbirlerine sırtını dönmüştü. Sehpaları kenara itmedi bugün. Dağınık hâlleri hoşuna gitmezdi. Başının ağrısından rutinleri bozulmuştu diye düşündü. Belki de tam tersi olmuştu. O taraftan hiç bakmadı. “Fatma, süt versene, bir içeyim rahatlarım belki.”

Fatma mutfakta tezgahı toparlıyor ve bulaşıkları neredeyse tertemiz yapıp makineye öyle atıyordu. Şarkı mırıldanıyordu ve kocasını duymadı. Fatma bir soluk arkasında hissedince birden arkasını döndü. Elindeki tabak yere düştü.

“Ne yapıyorsun kız, neyse ki bir şey olmadı. Ne zamandır sesleniyorum duymuyor musun?”

“Yok, işe dalmışım da öyle sessizce gelinir mi ya ödümü kopardın!”

Başını eline atıp ateşine baktı.

”Ateşin de yok aslında, niye kötü hissediyorsun ki? Bir uyu istersen.”

“Yok uyuyamıyorum ya, sen bir süt versene belki uykumu açar, hem de rahatlarım.”

“Süt mü, haa... Süt gelmedi bugün. Söylemedim mi sana yemekte. Beni dinlemiyorsun ki.”

Her neyse deyip tekli koltukta pencereden karşı komşunun camına baktı. İçi yıllardır boş olan dairede gölgelerin hareketini gördü. Kendisi miydi yoksa biri mi taşınmıştı anlamadı. Alt komşu oğlu için yıllardır daireyi yapmış, oğlunun evlenmesini bekliyordu. Hatta sadece beklemekle kalmayıp adaylarıda araştırıyordu. Evlenmek istemiyordu herhalde. “Bunun evlenmesi için iyi bir hayattan şamar yemesi gerekiyor Fatma.” diye bağırdı. Ses gelmeyince pencereyi açtı. Gerçekten birileri vardı içeride. Görünen odanın ışıkları da açılmıştı. İç duvarlar maviye boyanmıştı. Odanın yıllardır onda bıraktığı kasvetli hava yine de sönmemişti. Babası oğlunu azarlar ve kızar bir şekilde tamamlandı. Bir sana hayırlı bir kısmet bulmak kaldı dediğini düşündü. Bu cümle söylenmiş olmalıydı. Ama eksik olduğunu ya da hatalı olduğunu düşündü. Önce oğlu hayırlı bir evlat olmayı sağlamalıydı. Her gece farklı saatlerde eve giren kişiden hayır gelmezdi sonuçta. Bir düzen oturtmak isteyen birisi için hiç gelmezdi.


Fatma odaya geldi. Terlikleri ayağının önüne bıraktı. Kumandayı bulmuştu. O günkü dizisini açtı.  

“Çay demleniyor, içeriz birazdan.” dedi.

“Ya Fatma, bu karşı komşudaki hayırsız evlat var ya o evleniyor herhalde, daha demin gördüm dairenin içini boyamışlar.” “Aman bilmiyor musun, her sene eve masraf yapıyorlar. Bir şey olduğu da yok.”


Bir şeyler yapıyorlardı her sene. Hatırlatıyorlardı oğullarına. Düzensizliği monotonluk hâline getiren kişiye kadim olanın daha iyi olduğunu söylüyorlardı. Belki de düzen böyle kuruluyordu. Eskiden olsa her yere koşarak yetişeceğini düşündüğü çevik zamanlar aklına geldi. Aynı zamanda ahmaklığını da gösteriyordu. Kendisinin de aldığı tüm saçma kararları tek başına aldığı aklına geldi.

“Fatma, çay hazırdır bir getir de içeyim bir sohbet edelim.” dedi.

Fatma şaşırdı. Bugün epey şaşırmıştı. Sevinçliydi…

Yorganı üzerinden usulca kaldırıp kumandayı aldı. Dizisini açtı. Başı ağrıyordu Fatma’nın. Yerler, halılar pislenmişti.