Türk tarihinin açık ara farkla, benim için ise tartışılamaz düzeyde her daim en büyük sorunu cehaletten başka bir şey olmamıştır. Cehalet, insana özgüdür ve özünde utanılmaması gerekilen bir durumdur. Hiçbirimiz, her konuda sonsuz bilgi sahibi olamayız. Einstein, fizik dünyasının ilahı olarak görülen Newton'u kendi fizik bilgileriyle yenmeyi başarmıştı, fizik konusunda eline su dökebilecek çok az sayıda insan vardır ama o bile özünde cahildi. Sadece fiziğe ve kemanına aşıktı, kendince bir şeyler yapmaya çalışıyordu. Her birimiz de böyleyiz, tutkulu olduğumuz konuları arıyoruz ve aradıkça da onlar üzerinden kendimizce bir şeyler üretme çabası içerisindeyiz; sen, ben, Maxwell, Marie Curie, Darwin, Tesla ve daha diğer niceleri. Ancak bunların arasından çok enteresan bir isim var ki, ömrü yettiğince bu duruma büyük bir mukavemet göstermiştir; Gazi Mustafa Kemal Paşa.
Atatürk ile ilk kez 5 yaşında, anaokulunda bir öğretmenin ağzından duymuştum ve çok etkilenmiştim. Öğretmene sorduğum soruları, kafamdan geçirdiğim senaryoları hala daha hafızam kötü olduğu halde hatırlarım. O zamanlar sadece saf bir sevgiden ibaretti. O zamanlar için ''Atatürk senin için ne?'' diye bir soru sorulduğunda ''Kurtarıcımız.'' demekten başka bir şey demezdim. Yaşım büyüdükçe bu saf sevgi, yerini anlamlı bir sevgi, saygı ve anlayışa bıraktı. Atatürk, artık benim için bir değildi. Benim için bir Mustafa Kemal Paşa vardı, bir de Atatürk. Mustafa Kemal son derece rasyonel, büyük bir önder, inanılmaz kararlı, umutlu, enerjik, hayatın her ama her noktasında örnek alınası büyük biriyken Atatürk öyle değildi. Atatürk zifiri karanlıkta kuru samanların arasındaki kıvılcım, özgürlüğün kanatları, saf dürüstlük ve mertlik, cehaletin kalbine saplanan bir kılıçtı. Geçenlerde okuduğum çok hoşuma giden bir söz vardı: ''Mustafa Kemal, o kadar çok Atatürk olmak zorundaydı ki Mustafa Kemal olmaya vakti yoktu.'' Peki ya neydi Atatürk olmak?
Atatürk olmak her şeyden önce sonunu düşünmeden umutla dolu, hırslı bir baş kaldırıştı. Bu öyle bir başkaldırış ki ayağında sarığı, tüfeğinde mermi olmayan askeriyle dönemin süper güçlerine kafa tutup bir bir hem cephede hem de masada yenmekti. Bunlar öylesine destansı zaferler ki dünya tarihinde eşi, benzeri yoktur sadece örnekleri vardır. Ancak savaş sadece bununla bitmez. İşin komik tarafı bu belki de sadece kolay olan kısmıydı. Çünkü bizler vatanın bayrağını ezmek, kadınına tecavüz etmek, erkeğini köleleştirmek, tarihini silmek isteyenleri yendik; bu vatanı içten çürütmek isteyenlerle davamız daha yeni başlıyordu. Bunun ise sadece tek bir yöntemi vardı, eğitim.
Atatürk'e dikkat ederseniz, ömrü yettiğince kendisini birçok alanda ilgisi vardır. Kendisini biyolojiden din felsefesine, dünya kültür ve tarihinden fiziğe ve daha nice konularda geliştirmiştir. Şu an müfredatta bile var olmayan biyolojinin bel kemiği evrim hakkında Atatürk'ün yazıları olmuştur. Japon elçi, Türkiye'ye gönderilmeden birkaç gün önce oturup bizzat kendisi Japon mitolojisini araştırmış, ve elçiye de Japon mitolojisinden bahsetmiştir. Elçi ise bu durumdan son derece hoşnut ve şaşkınlık içinde kalmıştır, böyle bir şey olmasını kim hayal edebilirdi ki? Vakti zamanında yine Atatürk, ''Kozmoloji''yi zorunlu ders haline getirmiştir, bildiğiniz astronomi. Ancak şu an bakıldığı zaman bizler bırakın felsefeyi, doğa bilimlerini; eğitimi dahi düzgünce alamıyoruz. Özellikle bizden önceki nesillerin kaç tanesi gerçekten donanımlı, eğitimli, medeniyeti bilen insanlar? Ben size söyleyeyim, onların pek azı şu anda hala daha bu ülkede yaşıyorlar. Bizler ise eğitimsiz, medeniyet ve kültürden tiksinen, bırakın dünyayı kendi şehirlerinin öteki taraflarını hiç merak etmemiş sözde ''diplomalı'' insanların arasında yaşıyor, onlar tarafından yönetiliyoruz.
Atatürk, hayatının her döneminde her fikrini ince ince düşünen biriydi, cumhuriyet ve demokrasi ve de bunların nasıl işleyeceğini çoktan kafasında belirlemişti. Bu konu hakkında bir kitap okurken tam da bugünle alakalı sorunların oluşmaması için birkaç satır çizmişti. Bu satırlardan birisi ise: ''Yeterince iyi eğitilmemiş bireylerin eline oy pusulası vermek faydasızlıktan öte büyük bir zarardır.'' Kendisi yaşadığı süre boyunca bugünlerin olabileceğini hesaba katmış, eğitimi gayet güzel bir şekilde yerine oturtmuştur. Hatta eğer 10 sene daha ömrü olsaydı, belki şu an Türkiye çok daha farklı bir konumda olacaktı. Ancak ondan sonra gelen birtakım yeteneksiz yöneticiler tarafından bugünlerin temelleri atılmıştır. Ve yine dikkatinizi çekerim ki her şey eğitim sistemine, bilim insanlarına yapılan darbe ve suikastlerle başladı. Bunlar gerçekten tesadüf müydü?
Dostlar, bugün yaşadığımız her bir şey özünde Atatürk'e olan ihanetimizden kaynaklanır. Atatürk'e olan ihanetin manası ise direkt olarak bilime, akla, mantığa, adalete, özgürlüğe, azme, sevgiye ihanettir. Şu an eğer bu tarihi kanla yazılmış şanlı topraklarda 25 yaşındaki insanlar 2 yaşındaki bebeklere tecavüz ediyorsa, yüce meclise teröristler adım atıyorsa, gençler intihar ediyorsa, iktidar kendini halktan soyutlamışsa, gençlik bir kahveye bile para verirken uzun uzun düşünüyorsa, laiklik rakı ve karı kızdan ibaret olmuşsa, Kur'an bir kez olsun Müslümanlar tarafından okunmamış ve üzerine kafa yorulmamışsa, bilime düşman olunmuşsa, Kürt, Türk, Laz, Çerkez birbirine düşmüşse, ''Hudut namustur!'' denilen sınır kapıları sonuna kadar potansiyel katil ve tecavüzcülere açılmışsa tamamı ve daha niceleri yine aynı sebepten doğmuştur. Sizlere sormak isterim, eğer ki biz bu adama ''Ey büyük Atatürk!'' dediğimiz kadar onun üzerinde, onun düşüncelerine kafa yorsaydık böyle mi olurduk?
Ancak şu an için geçmişte bizden kaynaklı olmayan hatalar için pişmanlık duyma vakti değil, bilakis Mustafa Kemal'i Atatürk yaptığı gibi bu duruma karşı savaşma vaktidir. Karşımızdaki bu çirkin düşmanlar sadece ve sadece ucuz, sözde ''din'' adı altında birleşmiş cehaletin eseridir. Korkutucu olmalarının tek sebebi çirkin imajları değil, çok sayıda olmalarıdır. Yoksa hangimiz bir karıncadan korkarız? Eğer ki yeni ve yenilenmeye müsait olan tüm nesilleri düzgün bir eğitim sisteminden geçirebilir, Atatürk'ü ilah değil bir örnek model olarak gösterebilirsek emin olun ki bu durumlar böylesine bir daha tekerrür edemeyecek. Şu konuda şüphem yok ki, bizler sadece Türk tarihinin son kötü sürecini atlatan şanssız, ama büyük bir zaferi tadacak olan nesiliz. Bugünler emin olun ki 30 Ağustos 1922'de olduğu gibi şanlı bir zafer ile bitecek. Bizler, sadece Atatürk'ün bas bas bağırdığı ancak bizden önceki yeteneksiz nesillerin görmek istemediğini görmek ve yapmakla mükellefiz: eğitim, bilim, özgürlük.
''Elbette yorulacaksınız. Benim sizden istediğim şey yorulmamak değil, yorulduğunuz zaman bile durmadan yürümek, yorulduğunuz dakikada da dinlenmeden beni takip etmektir. Sizler, yani yeni Türkiye’nin genç evlâtları, yorulsanız bile beni takip edeceksiniz.''
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK
Emre
2023-05-26T12:44:00+03:00Tartışmaya elbette açık, ancak umutsuz durumların bir kısmı hedeflerin doğru belirlenememesinden kaynaklanıyor. En basiti güzel bir ilişkiyi istemek yerine aynı kişiyi istemek evet kesinlikle umutsuz bir durumdur. Diğer örneklere de gelince realitenin depresyon ve umutsuzluktan kabul edilmesinden nefret edenlerdenim, Atatürk de bunlardan biriydi en nihayetinde. Hayat bizleri umut ettiğimiz hayallerimizle kavuşturur umarım.
Mısra Ergök
2023-05-26T12:39:45+03:00Aslında tartışmaya bayağı açık bir konu. Umutsuz durumlar insana göre değişebilir tabii doğru ama umutsuz durumlar bence vardır. Biraz gerçekçi düşünürsek… Çıkmaz durumlar gibi.