Ne çok unutup ne çok vazgeçiyoruz bir şeylerden.
Ne çok ah alıp ne çok ah ediyoruz geçen zamana.
Çokça tükenip çokça azalıyor, hâlâ düşüyoruz bir dünya telaşına.
Ne çok unutuyoruz olanları, nasıl da arsızız hepimiz.
Ölmek istemiyorum çığlıklarını nasıl unutuyor kulaklarımız.
O yüksek binalardan atılan kadınların düşerken attıkları çığlıkları niye biz de atmıyoruz kadın öldü diye?
Bir adam kendini çocuklarım aç diye asarken nasıl boğulmuyoruz?
Ne çok unutuyoruz ölenleri
Ne çok unutuyoruz gidenleri
Ne çok unutuyoruz olanları, nasıl bu kadar vurdumduymazız biz?
Kravatla gelip cezasız çıkan o adamları unutuyoruz.
“Seviyordum hakim bey.” diyenleri unutuyoruz.
“Anne lütfen ölme!” diyen çocukları unutuyoruz.
“Benim kızım masumdu, ona nasıl kıydınız!” diyen babaları unutuyoruz.
Sonra unutmayı nimetten sayıyoruz hepimiz
Unutmasaydık yaşayamazdık diyoruz.
Birimiz de çıkıp demiyor ki çocuklar ölüyor!
Birimiz de demiyor ki
“Ulan nasıl aydın gün? Dün bir çocuk öldü tecavüzden! “
Biz hâlâ unutmaya devam ediyoruz.
Hani adı olsa bu unutmanın, deseler ki hastasınız hepiniz, hastasınız ondan böyle içimiz rahatlayacak biraz.
Yoksa biz eğer hasta olmasak nasıl unutur insan Leyla’yı?
Okurken dahi hangisiydi dediniz, ölen hangi çocuktu?
Biz eğer hasta olmasak nasıl unutur insan Ceren’i?
Nasıl unutur insan masum kadının babasını suçlu çıkarmaya çalışan o arsız avukatı?
Biz ne çok unutup ne çok kaybediyoruz.
Unutmayı da hâlâ nasıl nimetten sayıyoruz?