Gri bir keder bulutunun başından eksik olmadığı, acının gelip de adeta göğsüne oturduğu o günlerde, hayatın kırk kollu kıskacında değil de bir filmde ya da romanda olmayı düşledi. Zamanın onun için de üç beş kareyle, fondaki hüzünlü bir şarkı ve ekranda yazan “ ... yıl sonra” yazısıyla akıp gitmesini diledi. Yüzü, bu düşünceyle gülümser bir hal aldı. Gevşedi, oturduğu yere biraz daha yayıldı. Etkili birkaç cümle tasvirle kederin üstesinden gelindiği, kimseye bir şeyciklerin olmadığı, arka sayfaya geçildiğinde acının, aşkın, ayrılığın, türlü felaketlerin de geride bırakıldığı bir romanda yer almayı ne çok istedi.

Antik Yunan’da Tanrı olmayı değil; zamana, eşyaya hükmetmeyi değil; Mısır’da, Babil’de, Anadolu’da unutulup gitmiş bir söylence olmayı öylesi...

“Unutturdu!” dedi pat diye bu düşün orta yerinde, bayram ziyareti için evlerine gelen, karşısındaki koltukta oturup çayını içen adam.

Canı burnunun ucunda, kafasında binbir düşünceyle nezaketen, sadece bir rutini yerine getirmek için karşısında oturup cümlelerini bile takip etmediği o adamı dinlerken görüntü bulanıklaşmış, sesi boğuklaşmıştı ki tam o sırada bu kelimeyle irkildi: “Unutturdu!”

Kulağında çın çın öten bu kelimeyle silkelendi ve hiç beklemediği anda yumruğu yiyip sendeleyen boksör gibi zihnini toparlamaya çalışarak “Ne oldu, kim unuttu, neyi unuttu?” dedi.

—Tabii ya... Oradaydı, zindanda... Yusuf peygamberle birliktelerdi, Allah unutturdu, dedi karşısındaki adam.

O kısa sersemlik anından sonra gözlerini bir açıp bir kapayıp kırpıştırarak birkaç saniye karşısındaki kişiye odaklandı, süzdü. Olay, zaman, mekan, ortam, bağlam derken kendini, içinde bulunduğu durumu, karşısındaki adamı zihninde bir yerlere koyabildi. Bu hayal cellâdı misafiri tanıyordu, adam kendileriyle aynı blokta oturan apartman komşuları Feridun abiydi.

Bu adamın en belirgin özelliği sadece üç dört konu hakkında söz söylemesiydi. Emevîler -Hz. Ali- Cemel Vakası, yurdumuzda ve dünyada beyaz et üretimi-ticareti, hükümetin icraatları.

Bu konular haricinde sanıldığı gibi susup dinlemez, konu başka olsa bile sözü bir şekilde Emevîler Dönemi’ne getirir, yine o bildiği (!) konudan devam ederdi. Bir ilmi, tahsili yoktu, ilkokul mezunuydu. Anlattığı şeyler de net gerçekler yerine kulaktan dolma bir kısım bilgilerdi. Kişi ciddiye alıp, tartıp, süzüp dinlese anlattıklarını üç dört kere düzeltmemesi, esaslı bir tartışmaya girmemesi mümkün değildi.

Anlatımındaki bir diğer husus ise anlattığı olaylar, bahsettiği tüm durumlar ne olursa olsun fiilleri görülen geçmişle (di’li) çekimleyip kendi de oradaymış gibi nakletmesiydi.

Öyle ki anlattıklarına kulak veren insan; Hira’da peygambere vahiy inerken, Malazgirt’te Alparslan ordusuna seslenirken, Ferhat dağı delerken, Ay’a ilk adım atılırken, Maradona Dünya Kupası’nı kaldırırken, Özal’a kürsüde ateş edilirken Feridun abiyi de o an orada sanırdı.

—Evet, Cebrail geldi, “Oku!” dedi, ben okuma bilmem, dedi. Ebubekir de oradaydı... Yalnız Feridun abi, Hz. Ebubekir orada değildi abi. “Nasıl değildi? Örümcek mağaranın ağzını ördü, müşrikler taa kapıya kadar geldi, gelmedi mi?” Bu iki olay farklı abi...

Anlattığı her ne ise evdeki ve apartmandaki herkes o bahsi düğünde, hasta ve bayram ziyaretlerinde, iftar davetlerinde en az dört beş kez dinlemiş olurdu.

Dolayısıyla bu durum karşısındaki kişide sohbeti dinleyip akışı takip etmek yerine sessiz kalıp bu süre içerisinde zihinsel herhangi bir şeyle meşgul olma, bir şeyi hesaplama, bir plan yapma hali doğururdu.

Kimi zaman zihin labirentlerinde amansız bir gezinti, kimi zaman yüze gülümseme veren tatlı bir hayal, kimi zaman bir halı desenine odaklanıp ne zaman almıştık biz bunu, kimi zaman maaşıma bu yıl zam alır mıyım, kimi zaman şu kızın bir görüştüğü var mı acaba?

Kimi zaman da bu zihinsel geviş getirmenin tam orta yerinde aniden onay ya da ret gerektiren, havalı korna gibi insanın üstüne çöküveren bir soru cümlesiyle gerçek dünyaya ve o ortama bağlanma.

“Unutturdu!”

Bu adam baştan beri Yusuf kıssası mı anlatıyordu, anlatmıyorsa söz nasıl olmuş da buraya gelmişti, muhabbetten bu kadar kopmuş, dalıp gitmiş miydi, bilemedi.

Kendini, etrafı şöyle bir kolaçan ettikten sonra saygısızlık yapmış olmamak, muhabbetten koptuğunu açık etmemek için dudaklarını hafif kısarak hüzünlü ve mahcup bir halde, onay mahiyetinde kafasını belli belirsiz şekilde salladı.

—Yusuf peygamber zindan arkadaşına dışarı çıkınca beni hükümdara söyle, diye tembihledi buna rağmen arkadaşı dışarı çıkınca hükümdara ondan bahsetmeyi unuttu, altı yıl hiçbir şey bahsetmedi, Allah ona unutturdu, dedi. İşte hükümet de Emevîler Dönemi’ndeki gibi...

“Unutturdu!”

Çok zaman aklını çıkarıp atmış olmayı, şuursuz bir deli gibi gezmeyi, kimi zaman ölmüş olmayı bile dilerken birden bir piyangonun bir teselli ikramiyesi gibi şu dilek tutsa da unutuverseydi o da bazı şeyleri...

İçindeki bulanık suya bir taş da adam atıp suyu dalgalandırdıkça dalgalandırdı. Neyi unutsam da altı yıl hatırlamasam diye düşündü, düşündü. Düşündükçe uzayıp giden bir liste...

Sonra birden yoksa birinin çoktan kabul görmüş duası mıyım, ben de başkasının unutulma listesinde bir ad mıyım, diye geçirdi içinden gizlice. Görüntü puslandı, ses yine boğuklaştı.

—Yani şöyle ki bir tavuğun kesime gelmesi kırk gün. Ülkemizde de Brezilya ve Rusya’dan sonra tavuk çiftlikleri...