Odamın penceresi darağacına bakıyor. Üç aydır görebildiğim tek manzara bu. Yedi kez yağmur yağdı. Urgan ıslandı. Bir kez büyük bir fırtına çıktı. Devrilip parçalanmasını diledim. Yalnızca sarsıldığı ana şahit oldum. Bugünlerde ise hava güneşli. Gökyüzünün mavisi, urganın sarısı altında soluk gözüküyor. Yerdeki çimenlere bu yapıt hiç yakışmıyor. Bazen üzerine konan kuşlara, dibinde uyuyan kedilere tanık oluyorum. İmkânım olsa varlığından dahi haberdar olmak istemeyeceğim şeyin etrafında yeşeren, nefes alan bir hayatın var olması tuhaf hissettiriyor. Yine de o kadar hayat dolu değil. Çimenlerin rengi, çirkin bir kahverengiye dönmüş. Tepesine genelde kargalar konuyor ve dibindeki kedilerse siyah renkliler. Güneş, hapishanenin gri duvarlarını aşıp avluyu tam anlamıyla aydınlatamıyor. Biraz daha zorlarsam ağaçların darağacına bakan kısmının meyve vermediğini, yapraklarının sonbahardaki gibi döküldüğünü bile söyleyebilirim size. Tabii bunlar, yalnızca benim zihnimin bir oyunu. Kara kediler ve kargalar... Doğa, bünyesinde çıban gibi çıkan bu yapıttan habersiz işte. Her şey o kadar normal ki! En korkutucu yanı da bu. Uğursuz, karanlık şeyler görmeyi bekleyen zihnim, avluda uçan beyaz bir kelebek gördüğü an, dumura uğruyor. Ölüm ve yaşamın en masum hâlini aynı resimde görmek ciddi bir panik duygusuna sebep oluyor içimde. Umutsuzca buradan ayrılmak istiyorum. Önümde uzanan yolda, beyaz kıyafetleri içerisinde korkarak, titreyerek, sendeleyerek hatta bazen yere kapaklanarak yürüyen insanlar da bunu istiyordu. Uyku girmemiş kan çanağı gözlerinin faltaşı gibi açılmış, önündeki sona baktığını çok kez gördüm. Hepsinin suçları farklıydı. Eşkıyalar, katiller, asiler... Ortak bir gaye gütmeyen tüm bu insanların ortak bir sonda buluşuyor olması tuhaf.


Kendi sonumu düşünüyorum. Yedi adam öldürdüm. Yüzümü görmeyen, sesimi duymayan, beni tanımayan yedi adamı öldürdüm. Bir mezar taşımın bile olmayacağının farkındayım. Mezarımın yerini kimse bilmeyecek ama bu, yattığım yerde rahatsız edilmemem için gerekli bir adım. Yaptığım şeylerin sonuçlarının bilincindeyim. Vicdan denen olgu göğüs kafesimde çırpınmaya, zihnim sürekli öldürdüğüm insanların yüzlerini gözümün önüne getirmeye devam ediyor.


Ellerimle yüzümü yelliyorum. Gözlerimi, izleyip durduğum avludan alıp ayağa kalkıyorum. Küçük odada attığım voltalar, içimde harlanan panik ve korkuyu artırmaktan başka bir işe yaramıyor. İçerideki hava, zehirli bir gaz gibi, her içime çektiğimde ciğerlerimi dağılıyor. Tekrar pencereye gitmek istemiyorum. Bugün bir infaz daha olacak. Zaman yaklaştıkça adımlarım hızlanıyor. Küçük oda, daha da küçülüyor. Kendi etrafımda daireler çiziyor gibiyim. Gözlerim her an açılacak ve beni çağıracak kapıya çakılı hâlde. Ben, yedi adam öldürdüm. Sonumun hayırlı olmayacağının farkındayım. Umduğum ve umabildiğim yegâne şey, buradan ayrılmak. Ama bu da işe yarar bir ümit değil. Vicdanım ve zihnim benimle olduğu sürece, kaçabilecek bir yerim yok. Kendime sık sık, neden bu yolu seçtiğimi soruyorum. Güzel bir yaşamım, daha güzel bir evim, ailem, huzurum olabilirdi. Neden onu tercih etmedim? Rahat bir uykum, kabuslarımdan arınmış rüyalarım...


Derin bir nefes çekiyorum içime. Yan gözle baktığım pencereden, hareketlenen avluyu görüyorum. Art arda gelen yutkunmalarım, boğazımdaki kuruluğa fayda vermiyor. Her an kapının ağzında belirecek olan gardiyanın beklentisiyle sıkıntı içerisindeyim. 


Gerçekleşecek olan ritüelin her adımını ezbere biliyorum. Avluda darağacına doğru yürümenin ve olacak olanı beklemenin düşüncesi, tüm bedenimin sarsılmasına neden oluyor. Güneşin konumuna bakıyorum. Az kaldı. Mümkün mertebe kendimi toparlamaya gayret ediyorum. 


Derken, birisi adımı sesleniyor. Sahibini kısa süre sonra kapıda görüyorum. Bir baş hareketi, ne anlattığını anlamam için yeterli. Titreyen bacaklarım adım atmamak için dirilirken yürümem gerektiğinin farkındayım. Hareketleniyorum. Yüzümü örten örtüden yalnızca gözlerim gözüküyor. Yürümeye başlayan gardiyanın peşine takılıyorum. Hapishanenin avlusu sessiz. Etrafımdaki insanlara dikkat etmiyorum. Önümdeki yapıya odaklanmış yürüyor ve başka hiçbir şeyle ilgilenmiyorum. Mesafe yirmi altı adım kadar kısa. Daha uzun olmasını, bu yürüyüşün sonsuza dek sürmesini diliyorum. Ayaklarımın olası ihaneti, beni hedefime götüremeyecek olmalarını düşünmem, tedirgin hissetmeme neden oluyor. Güçlü görünmeye çalışmam acınası. İçime doğru büyüyen kambur, sırtımı parçalıyor.


Son üç adım.

Gözlerime sis perdesi iniyor.

Son iki adım.

Daha fazla ışık görme ihtiyacıyla gökyüzüne bakıyorum.

Son bir adım.

Kaçışım yok. Kendi rızamla seçtiğim bu yolun pişmanlığından kurtuluş imkânsız.


Nihayet vardığım darağacının önünde dimdik duruyorum. Bekliyorum. Ellerim terliyor. Tüm kafam, örtünün altında nabız gibi atıyor. Bekliyorum. Tepemizden martılar geçiyor. Bir kuş olmayı böylesine dilediğim başka bir ânım olmamıştı. Bekliyorum. Neden sonra, yirmi altı adım mesafe uzaktan beyazlar giydirilmiş, elleri arkadan bağlanmış bir adam görünüyor. Suratına bakmıyorum. Yere sürünen ayaklarının sesi ise çok net. Duyduğu korku neredeyse somut bir hâlde. Onun da güçlü görünmeye çalıştığını anlayabiliyorum. Yavaşlığının bir şeyi değiştirmeyeceğinin idrâkinde olsa gerek, kısa sürede yanıma varıyor. Bana bakmamaya çalıştığının farkındayım. Kesik kesik solumaları, ne denli paniklediğini ele veriyor. Bağlı kollarından birini tutup hemen yanımdaki tabureye çıkarıyorum. Kendi ellerimle boynuna geçirdiğim urgan, yaptığım şeyin gerçekliğini bir kez daha tokat gibi yüzüme çarpıyor. Zihnimi talan edecek, vicdanıma yapışacak bir isim daha. 


Adamın yüzünü izliyorum. O ise bana bakamıyor. Baksa bile göreceği tek şey, bir çift göz. Adımı bilmiyor. Ben ise, son kez okunan suç listesinden adamın ismini öğreniyorum. Sorulan son dileğinde, hayallerinin ve emellerinin bir kısmına şahit olmuş hissediyorum. Bir an için her yer sessizleşiyor. Topluluğun önünde duran infaz memuru bana bakıyor. Bu bakışın ve yapmam gerekenin bilincindeyim. Yanımdaki suçluya odaklanmış insanlar, titreyen ellerimin farkında değil. İşkenceyi daha fazla uzatmamalıyım. Hedefime odaklanıyorum. Göğüs kafesimde debelenen kalbimi görmezden gelmeye gayret ederek, tabureye bir tekme savuruyorum. Gözlerim sımsıkı kapalı. Yanı başımdan gelen birkaç devinim sesinden sonra, sağır edici bir sessizlik hüküm sürüyor. Bedenim yere doğru çekiliyor. Bekliyorum. Yaşadığım farkındalık sarsıcı.


Ben, sekiz adam öldürdüm. Sonumun hayırlı olmayacağının farkındayım.