Adımlarımı yavaşlattım, sonbaharın tüm tonlarını sergileyen ve ayaklarımın altında hışırdayan yaprakların sesini dinlemeye ihtiyacım vardı. Bu bir solo değildi. Yürüyüş yolunun sağında durağan yatağında akan çayın sessiz gidişi ve çayın iki yanında sırayla uzanan kavak ağaçlarının heyecanlı kıpırtılı hareketleriyle bir koroydu. Kulaklarımı tıkayıp gözlerime öncelik verdim. Kavak ağaçlarından süzüle süzüle toprağa kavuşup renk cümbüşü oluşturan yapraklara baktım. Yeşil, sarı, kırmızı, turuncu, kahverengi. Sanki tüm yaşamın bir özeti gibi. Hiçbir rengin bir diğerinden üstünlüğü yok, hiçbir yaşın ya da dönemin bir diğerinden olmadığı gibi.
Yanımdan hızla geçen bolca güneş görmüş ve bundan yorulmuş ağarmış kırmızı bisikletlinin atan zincirine gözüme ilişti. Biraz ileride, yürüyüş yolunun sonunda durmak zorunda kaldı. Devam ettim ve usulca yanından geçtim. Hayat yolculuğum boyunca birçok şeyin yanından geçtiğim gibi. Usulca, bitişe doğru. Kendi seyrinde ve yolunda. Bitişte.