Renkli yaz günlerini özlediğini söyledi. Aldırmadım, herkes yazı severdi. "Peki ya kış?" dedim. Yorgun insanlar, kötümserler ve akıllanmazlar dışında kim kışı severdi ki? Soğuğu sevmek için deli olmak lazım dedi. E haklıydı tabii. Fakat tek neden soğuk olamazdı. Çünkü bir şeyi sevmek için gerektiği gibi, sevmemek için de daha derin nedenler gerekirdi. Benim nedenim neydi? Buna tam bir cevabım yoktu. Ama soğuk sanki beni terbiye ediyordu. Bedenime giren ve beni ürperten o rüzgar sanki bir kırbaç etkisi yaratıyordu. Tüm hatalarımın bedelini bana ödettiğini hissediyordum. Sonra yağmur arındırıyor ve karlar da günahlarımı sonsuza kadar yeryüzüne gömüyordu. Öyle garipti ki bu mevsim, etraftaki her şeyi öldürüp yeniden doğmasını bekliyordu. Sonra düşündüm ki madem günahlarım tekrar yağmur olacak. O zaman yine beni arındıran şeyler benim, belki de başkalarının günahları oluyordu. Başta çok heyecanlı gelen bu düşünce şimdi beni çok güldürmüştü. Sonra geceleri düşündüm. Kışın en misafirperver ev sahibiydi geceler. Çaylar biter, anılar biter hatta muhabbetler biter ama o gece bitmezdi. Ardından güneşi beklerdik, o bile naz yapar, çıkmamakta diretirdi. Belki de bu yüzden daha değerliydi. Fakat bir şeyler daha olmalıydı. Bir şeye bu derece bağlı olmak için senden bir şey alıp götürmesi gerekti. O sırada aklıma dedem geldi. Hatırlıyorum da o kış geldiği gibi dedemi de alıp götürmüştü. Dışarısı o kadar soğuktu ki acımızı bile yaşayamamıştık. Kış sanki o gün bizimle dalga geçmişti. Elimde bunlar vardı. Her şeyi önüme dökmüştüm. Şimdi gönül rahatlığıyla kendime "evet bir nedenim var" diyebilirdim. Hafiflediğimi hissettim. Fakat bunların hiçbirini ona söylemedim. Onun da kendi nedenleri olduğuna emindim. Sadece daha yüzeysel nedenlerdi. O an derinliği olmadığına kanaat getirdim. Ona baktığımı görünce "Sen bir sessizleştin," dedi. "Üşüdüm," dedim. Benden bu kelimeyi ilk kez duyuyordu. Şaşkınca bakıp durdu. "Yürüyelim," dedim.

"Yürüyelim ki ısınalım…"