Bu, uyandığım son sabah.

 

Hayatımın son gecesini saatler önce uğurladım.


Uyanmam için bir sebep yok. Yataktan çıkıp dişlerimi fırçalamam için de. Saçlarımı nazikçe tarıyorum ve bitmek üzere olan parfümümü sıkıyorum son bir defa. Bugün mutlu olacaksın diye söz veriyorum kendime, seveceksin kendini.

 

Bir zamanlar kokusu tüm evi saran çiçeklerim şimdi boyun eğmişler, toprağa bakıyorlar. Zamanında renkleriyle içimi cıvıl cıvıl eden yaprakları çirkin bir sarıya dönüyor şimdi. Bu bana hepimizin kaçınılmaz sonunu hatırlatıyor. Topraktan geldik ve ona döneceğiz.

 

Çürüyeceğiz, bana küsen çiçeklerim gibi boyun eğeceğiz ve usulca toprak olacağız. Şanslıysak, birileri bizi sevgiyle anarsa belki kucağımıza bırakılan bir tohuma can olacağız fakat açan çiçek veya büyüyen meyve biz olmayacağız.

 

Sürekli düşündüğüm şeylerle zihnimi tekrar meşgul ederken çantamı kontrol ediyorum ve tebessüm ediyorum kendi kendime. Bu akşam öleceksin diyorum, cüzdanını evde unutsan ne fark eder ki?

 

Evden çıkıyorum ve hayatımda ilk defa kapıyı kilitlemiyorum.

 

Güneşin sıcak ışıkları sabahın serin rüzgârıyla harmanlanıyorlar, nazikçe okşuyorlar tenimi. Üzerime bir şey almadım; ince, beyaz gömleğim havayı ılıtıyor adeta ve beni mayıştırıyor. Keşke şu an ölebilsem, diyorum.

 

Ama hayır, bu akşamüstü öleceğim.

 

Güneşin doğuşuyla uyandığım gibi batışıyla uykuya dalacağım. Sonsuza kadar ve yanımda hayatımın son gününün güzel anılarıyla.

 

Kuşların cıvıldamalarını dinliyor ve ne hakkında konuştuklarını merak ediyorum. Birbirlerini sevdiklerini söyler mi serçeler? Benim yaşama sevincine duyduğum susuzluğu, zihnimin tozlu raflarında sakladığım özlemi duyarlar mı birbirlerine veya bir şeylere? Saçma bir düşünce bu, onu zihnimden savuşturmak adına başımı sallıyorum.

 

Ben sakin adımlarla ilerlerken nazik bir ses dikkatimi dağıtıyor. Gerdanında ışıldayan yeşil ve pembe tüyler taşıyan bir güvercin yere konuyor, onu korkutmamak için duruyorum. Bir dal parçası buluyor beton zeminde, onu ağzına alıp aceleyle hemen yanımdaki ağacın yüksekliklerine konuyor. Yapmaya henüz başladığı aşikâr olan yuvasına bakınca gülümsememe engel olamıyorum. Bir ailesi olacak belli ki.

 

Benim hiç ailem olmadı. Kendi kurmayı da denemedim. İnanır mısınız, hayatımda kimseyi öpmedim. Bir yabancının elini tutmadım. Hiç âşık olmadım. Hayatımı korkuyla yaşayarak geçirdim; kalbimin kırılmasından korkmakla, birini incitmekten korkmakla, yükseklikten, böceklerden, bir arı tarafından sokulmaktan, hastalanmaktan, düşmekten ve kalkamamaktan korkmakla…

Sonra elimde hakkında endişelenecek hiçbir şeyim kalmadı. Kimse ölmeye karar vermiş biri kadar cesur olamaz, öyle değil mi? Ölünce nereye gideceğimden tam olarak emin değilim ama yine de… Korkmuyorum.

 

Gözlerim dolunca iç sesim bana kızacak gibi oluyor ve güldürüyor beni. Hani cesurdun? Karşıdan köpeğiyle gelen adam seni ağlarken görse ne olur ki? Utana sıkıla iyi olup olmadığını sorar belki, iyiyim deyip geçiştirdiğinde ise başını sallar ve hayatına devam eder. Bir ihtimal, eve dönünce birilerine senden bahseder, parkta yalnız başına ağlayan bir kadın gördüm der. Bu kadar. Ah, belki de yalnız yaşıyordur ve uyumadan önce seni hatırlar. Neden üzgün olduğunu merak edip durur, kendince birkaç sebep üretir ve cevabı asla bilemeyecek olmasının verdiği tatminsizlikle uyur ama eninde sonunda, o da herkes gibi unutur.

 

Yutkunuyorum ve boş bir banka oturuyorum, adam ve köpeği birazdan önümden geçip gidecekler ve ben derin bir nefes alıp gözlerimi kapatacağım. Rüzgârın şiddetinin artmasıyla bir uğultu duyuyorum ve saçlarım hafifçe yüzüme çarpıyor; parktaki iki yabancı bana daha da yaklaşırken adamla göz göze gelmemek için bakışlarımı kaçırıyorum ve köpek birden havlamaya, bana doğru koşmaya başlıyor. Fazlasıyla cesur olan bu kadın küçük bir çığlık atıp yerinden fırlıyor, adam köpeğini kadından uzaklaştırmaya çalışırken hem endişe ile bakıyor hem de gülümsemesine engel olamıyor. ‘‘Çok özür dilerim, korkmayın, zarar vermez, oynamak istiyor sadece…’’

 

O an kendimi şaşırtacak bir şey yapıyorum, köpekten uzaklaşmıyorum ve olduğum yerde dururken adama bakıyorum.


‘‘Isırır mı?’’

 

‘‘Isırmaz.’’

 

Titrek bir nefes verip çimenlerin üstünde diz çöküyorum ve köpeğe dikkatle bakıyorum, sanki bir yerden gözüm ısırıyor ama nereden bilemiyorum. Tereddütle elimi havaya kaldırıyorum onu sevmek için ve tebessüm ederek başını okşuyorum, o ise kucağıma atlıyor ve yüzümü yalamaya başlıyor ve birden. Kulağındaki siyah benekten tanıyorum onu. Yaklaşık bir sene önce doğan, her gün beslediğim o küçük köpek yavrusu. Ne kadar üzülmüştüm kaybolunca! Şimdi kocaman ve tertemizdi.

 

‘‘Sizi bir yerden mi tanıdı acaba?’’ Bize gülümseyen adama bakıyorum hâlâ severken, ‘‘Evet, yavruyken yemek veriyordum. Başına bir şey geldi sanmıştım. Siz mi sahiplenmiştiniz?’’

 

‘‘Kusura bakmayın, bilseydim size de haber verirdim.’’ Adam mahcubiyetle bakıyor ben ayağa kalkınca, köpekse hâlâ kucağıma çıkmaya çalışıyor, ‘‘Yağmur yağıyordu, sırılsıklam olmuştu, bir kez eve alınca geri sokağa bırakmaya kıyamadım. O da beni bırakmadı zaten değil mi Cesur?’’

 

‘‘Cesur mu senin adın? Ne güzel ismin varmış!’’ Banka tekrar oturuyorum ve onu kucağıma alıyorum, mutluyum, bugün çok mutluyum.

 

Adam yanıma oturuyor ve bizi izliyor, hâlâ gülümsüyor. Köpek sakinleşince garip bir sessizlik oluyor ve rüzgâr diniyor, güneş ışınları etrafımızdaki ağaçların dalları ve yeşil yaprakları tarafından süzülüp üçümüzü de ısıtıyor. Gariptir ki şimdi gitmelerini istemiyorum. Cesur’u biraz daha sevmek ve belki onunla oynamak istiyorum ama adam ayağa kalksa diyebileceğim tek şey kuru bir ‘‘Hoşça kalın’’.

Ona ‘‘Görüşürüz.’’ demek bir yalan olur.

 

‘‘Her şey yolunda mı?’’ diye soruyor adam ve ben iç sesimin haklılığına gülüyorum, ben gülünce o da gülüyor.

 

‘‘Evet, teşekkür ederim, gözüme toz kaçmıştı.’’

 

‘‘Eminim…’’

 

Tek kaşımı kaldırıp adama bakıyorum, çok iddialı görünüyor ve bu komiğime gidiyor. Yine de üzerine düşmüyorum ve gülerek başımı iki yana sallıyorum.

 

Adam elini uzatıyor, ‘‘Selim ben.’’

 

Elini sıkıyorum, ‘‘Yasemin. Memnun oldum.’’

 

‘‘Ben de.’’ Başını sallayıp ayağa kalkıyor, ‘‘Bizim şimdi eve dönmemiz gerekiyor…’’ Cesur’un tasmasını eline almasıyla ufaklık mızırdanmaya başlıyor. ‘‘Ayrılamıyor sizden. Hadi oğlum, gitmemiz gerek, biliyorsun...’’

 

Cesur istemeyerek benden ayrılıyor ve bana o güzel gözleriyle bakıyor, ben de başını son bir kez okşuyorum. Hoşça kal!


Cesur diyorum içimden ve gülümsüyorum, öbür tarafta görüşürüz.

 

‘‘Eğer sizin için de uygunsa tekrar görüşebiliriz, her sabah yürüyüşe çıkıyoruz da biz.’’

 

Kalbimde bir sızı hissediyorum, tekrar görüşemeyiz çünkü yarın sabah yatağımda çürümeye başlamış olacağım ama Cesur’u tekrar görmek istiyorum. Bunun olmayacağını bildiğim hâlde ‘‘Olur, görüşürüz tabii.’’ diyorum. Yalan söylüyorum.

 

Adam ve köpeği, Selim ve Cesur yani, sessizce gidiyorlar ve onlar gözden kaybolana kadar onların ardından bakıyorum. Sonra keyifsiz bir iç çekişle ayağa kalkıyorum, dakikalarca turluyorum parkı.

 

Cesur’u bir kez daha görüp ölsem ne olur ki? Ölüm kaçmıyor ya. Kendi kendime gülüyorum, birileri duysa ne garip karşılarlardı bunu. Ölüm kaçmıyor, evet ve bizi bekliyor ama ben kendiminkine bu akşamüstü kavuşamayacağım gibi duruyor. Uzun zamandır bir şeyi böyle istemiyorum, uyanmayacağım bir uyku dışında. Şimdi ise onu ertelemem gerekiyor.

 

Eve dönüyorum ve yatağa atıyorum kendimi. İki saat önce olanları düşünüyorum, gülümsememe engel olamıyorum. O kadar gülümsüyorum ki yüzüm ağrıyor! Uzun zamandır böyle mutlu hissetmediğimi fark ediyorum.

 

İçimdeki burukluk yerini heyecana bırakıyor, bugün başıma gelen her şey gibi komik geliyor bu bana. Bugün ölecektim. Bu uyandığım son sabah, demiştim ama görünüşe göre yanılmışım. Büyük konuşmamam gerektiğini hatırlıyorum bir kez daha ancak sonra boş veriyorum. Zaten yarın akşam öleceğim, diyorum ama yine büyük konuşmuş oluyorum. Düşüncelerim bu paradoksta birbirlerine karışıyorlar ve tekrar Selim ve Cesur’u düşünüyorum. Sonra kızıyorum kendime. Neden daha güzel bir şey giymedin ki, bugün hayatının son günüydü, diyorum ve yarın sabah giymek için bir elbise seçiyorum. Bedenimin içinde çürüyeceği, sonrasında ise kefenle yer değiştirecek olan beyaz bir elbise.

 

Kendime verdiğim sözü tuttuğumu bilmek beni biraz daha mutlu ediyor. Kurtuluşum, başka bir deyişle ölümüm ertelenmiş olsa da her şey yolunda gidiyor. Elbisem bile hazır.

 

Tüm günü yatağımda geçiriyorum ve sürekli düşünüyorum. Uyku göz kapaklarımı zorlamaya başladığında ise son gecem olduğunu düşünmekten vazgeçiyorum, büyük konuşup boşuna bir gün daha yaşamak istemiyorum. Yine de mutlu uyuyorum.