Gecenin köründe bir şey düşünmek istedim.

Çünkü uyku tutmadı.

Midem ağrıdı.

Yatmadan önce yemek yedim.

Mutfakta,

sürekli akıtan musluğun önünde ve

masanın yanında dikilirken ne düşünsem diye bekledim.


Sevgi nedir dedim kendime.

Geniş zamanlar yavan kaçıyor gibiydi.


Sevgi neydi diye düzelttim.

Kutsal olan neydi ve

aslen neydi insanı çılgınlığının son raddesindeyken

iki ayağının üzerinde tutan?


Gözlerdeki bir şeydi.

Bir insanın gözlerine baktığında

talep etmeyi seçtiğin bir şeydi.

Gözlerine bakmak

ve diğer tüm insanlardan farklı olmayan o gözlerde

görmeyi cesaret ettiğin şeydi.


Bu yüzden sevgi attığın bir adımdı,

niyetten ziyade arzu ettiğin kadardı.

Sabah uyanıp saçlarını toplamak ve

hızla merdivenlerden inerken

bir basamakta durup;

yüz sene önce de aynı haltı yemiş gibi hissetmekti.

Sıradan bir kahvaltı sofrasında

çay kaşıklarını sana sevdirirdi.

Seni uçurumun kenarına kadar itip

sadece manzara çok güzelmiş dedirtirdi.


İnanmadığın her şeydi.

Okyanustaki deniz kızları,

romantik mutlu sonlu hikayeler,

adını bilmediğin destanlar,

varlığı kanıtlanmamış başka bir dünya,

o dünyadaki daha iyi bir sendi.

Gözlerinin başka bir çift gözle çeliştiği an doğan;

yeni bir dindi.

Tüm bir yaşamak;

artık sadece onun için yapılan bir ibadetti.

Seni bir evin içinde,

duvarda asılı duran saatinle birlikte yaşlandırabilendi.

Ama yine de tüm bunlar değildi korkunç olan insan için.


Asıl korkutan şeyler;

sürekli kendi aralarında itişen tektoniklerdi.

Kırmızı ışıklarda durmadan geçen arabalar,

yol kenarındaki bir inşaattan kaldırıma düşen

irili ufakları taşlar,

küresel ısınmayla eriyen buzlar ve bu yüzden;

daha sıcak bir günde tepesi atan bir adamın fevriliğiydi.

Korkutucu olan şeyler;

kredi kartları,

bankalar,

oturduğunda rahat edemediğin koltuklar,

giymek zorunda olup ayağını vuran ayakkabılar,

ceketler ve üniformalar,

öğlen yemekleri ve kahve bardağının üzerindeki markalar,

değerli saydığın tüm değersizlikler ve

aslında aşağılık olan tüm kutsallarındı.


Korkutucu olan şey insanlığındı.

İnsan oluşunun çelimsizliği ve ölümlülüğündü.

Her şeyin bir anda ve her an;

yok olup gitme olasılığıydı.

Seni ayakta tutan temelin köşelerine tutuşturduğun

küçük putlarının;

daha güçlü bir inanışla yerle bir olabilmesiydi.

Gecenin köründe bir şey düşünmek istedim.

Dışarıda ağaçlara sataşan bir yaz rüzgarı vardı.

Ruhumun;

uykularımda dolaşıp durması gereken saatte

Tanrı ve insanlık arasındaki bir meselede tökezledim.

Sevmek için tüm olasılıkları göze alabilmeliydim.

Oysa ben daha yediğim yemeği hazmedemedim.

Mutfağın ortasında dikilirken ve

gün daha doğmamışken;

Tanrıdan

korkularımı bulaştıramayacağım,

ikame bir markanın gofreti kadar ucuz

ama mutluluk veren bir sevgi diledim.




F. Aybüke Gürsoy