Yatağa sırt üstü uzanıyorum, ellerim kafamın hemen arkasında. Kalbim sağ kulağımda atıyor. Düşüncelerim akan bir ırmak gibi, sürekli beynim yıkanıyor ve çalkalanıyor. Kulaklarım kalp atışlarımı duyamaz oluyor ve uğuldamaya başlıyor. Benliğim suya düşüyor, su katrana dönüşüyor. Ben usulca sahneden çekiliyorum. Eğilip seyirciyi selamlıyorum, tam o anda belimden ortadan ikiye çat diye ayrılıyorum ve ansızın uyanıyorum. Kafamın içi karanlık ama odanın sağ köşesi, sokak lambasından yansıyan ışık sayesinde hafif loş. Pencerenin perdeleri örtülü ama yine de karanlık ve sessizlik odayı doldurmuş. Saat beşe bir var ve ben yine uykuyla uyanıklık arasında mekik dokuyorum. Yorgunum. Benliğimi yastığın kenarına bırakıp bir an önce uyumam lazım ama yapamıyorum. Kafamı ellerimde taşımışım da ağırlığından tutulmuşum sanki.

O da ne? Gözlerim kapanıyor, uykuya geçiş yapıyorum. Tam uyuyacağım, yine uyandırılıyorum. Uyuyormuşum, uyuyacağımı sanırken. Uyurken de aslında uyanıkmışım. Yine garip bir döngü. Hiç uyumamış gibiyim ama uyudum, bunu biliyorum. Ya da uyanık mıydım uyurken? Diyorum ya size, çok yorgunum. Ve kafama kurşun yemiş gibiyim. Gidip uyumam lazım. Uyumalıyım. Ama önce uyanmam lazım. Uyanmalıyım. En iyisi uyuyayım, uyanmadan.