Yalnız kalma ihtiyacı hisseden bir bünyenin düşünceleri tarafından çoğulluğa hapsedilmesinin dramı bu. En son ne zaman tüm iç ve dış seslerden arınıp salt sessizliğin huzuruna erişebildim hatırlamıyorum. Kafamın içine hapsolmuş bir çatışma tohumu günbegün büyüyor ve köklerini beynimin her köşesine dallandırarak içerdeki seslere her gün bir yenisini eklemekten çekinmiyor.


Sadece bir an için bile sorgulama ve düşünme illetinden kurtulup anın tadına varabilen insanlara gıptayla bakmadan duramıyorum. An geliyor tuttuğum bardağı kavrayan parmaklarımın varlığına bile tahammül edemiyorum. Bu tahammülsüzlük yalnızca hissiyat dünyasında kendine yer bulmakla yetinmeyerek uyuşmalar eşliğinde fiziksel bir karşılığı olduğunu da bana hatırlatıyor. Uzuvlarım otokontrol sistemini tek tek terk edip düşünselliğin derinliklerinde saklanmış kilitlerini tek tek kırarak varlıklarını yüzüme haykırıyorlar.


Tam bu çatışmalara isyan edip tüm varlığımı inkar etmek istediğim noktada kitaplara koşuyorum, okumaya başlıyorum. O anda tüm sesler bu eyleme saygı duyup köşelerine çekilerek farklı alemlerde yeniden doğmama müsaade ediyorlar.