beklemek, ağır bir yük oldu sırtımda sevgilim

önümüzde hiçbir yere varmayan yollar

önümüzde adı konmamış ayrılıklar

önümüzde geç kalmanın amansız tortusu

önümüzde sicili bozuk bir çağ...


ruhum, feodal bir köylüdür sevgilim

üstümde ilkel acılar,

yüzümde soğuk bir ovanın teni  

aklımda miras bıraktığın birkaç hatıra

ve bekledikçe çürüyen yorgun zamanlar

ayaklarımda Zebercet’in boynundaki iple,

tutup olduğun zamanın içine dikmişler beni

tutup dört kere adını ezberletmişler bana

tutup sen sanmışım her şeyi


dört kitabın dördünü de anlamadım sevgilim

inkar edemem, İsa’yı hep kıskandım

ama ben, ateşin oğluyum, suyun, havanın

cennet de uzak şimdi bana cehennem de

olsa olsa kimliksiz bir Araf yurttaşıyım


sahi Tanrıʼm,

niye kovdun ki beni masandan o gün?


Ey! var olmaktan utanç duyan benliğim

Ey! içimdeki sıkıntılı huzur

Ey ruhumu daraltan düşsel kölelik

Ey! gökyüzünü hüzne boğan yağmur

Ey! kanımıza ekmek doğrayan düzen

Ey! Zerdüşt...

bana da bir şeyler buyur;

de ki insan acıdan ibarettir

de ki insan kendisinin ürünüdür

de ki beklemek eski zaman icadı

de ki insan alıştığı şeye dönüşür

de ki insan önce kendini bulmalı, aradığı yerde...


seni çok bulup, çok kaybettim sevgilim

görüyorsun işte

anlatarak tüketiyorum yine kendimi


hem ezberinde mi bilmem; 

politik girdaptan çekip kurtaracaktım seni

kopacaktık yerimizden,

cumhuriyetin toy olduğu zamanlara varacaktık

dengbej dedem Abdale Zeyniki’ye kulak verecektik

aç gözlerini, bu hayatta bakıp es geçtiğimiz şeyler var diyecektim sana

dağların üstünde çırpınıp duran bulutlara, yorgun kuş sürülerine, 

denizin mavisine kapılacaktık...


beklemek bir boşluk, beklemek kör bir hayal kuyusu -ki Yusuf değilim ben-, beklemek bir düşsel avuntu, beklemek kocaman bir aldanıştır sevgilim...