Atabildiğim kadar uzak, gidebildiğim kadar uzak, susabildiğim kadar uzak, koşabildiğim kadar uzak, ne kadar uzak varsa bildiğin yahut hiç bilmediğin kadar uzaklara gittim yanımda hep bir yakınımla. Durmak hep kaçamaktı. Beni durduran şeyler bir köşebaşında, midyeci çocuğun yanında, lunaparkta, atlı karıncadaydı. Hayır! Öfkem bu kadar yumuşak değildi. Şu an parmak uçlarımı yok sayabilirim, ne kadar ikilem varsa gidip gelebilirim. Adımlarım hızlanıyor, tanıdığım kim varsa arkamda ama ben nihayetinde bir yabancıda sonlandırabilirim öfkemi. Sonlanmıyor. Kursağımda çünkü ne varsa orada, geçmiyor. Zorlamak lazım. Mesela bir

"Nasılsın?" sorusu her şeyi ele verecek, kurtaracak beni, bir hayat boyu yetecek bana. Sormuyorsun. Kafamda milyon tane soruyu bitirebilirsin; alıp götürebilirsin beni bu kirli, zavallı ülkeden. Benim ülkem kafamın içi ve orası çok tozlu. Bu, bayram temizliği ya da ilkbahar temizliği gibi bir şey değil. Orayı hiçbir yağmur yıkayamaz, hiçbir deprem sarsamaz. Kaç kere fırtınaya yakalandım, gürültüyü bozmadı bile. Öyle güçlü, öyle zehirli ki mesela bir defa bana gideceğim yeri unutturmuş, hafızamı tazelememe sebep olmuştu. Ne kadar genç olduğumu söylememe gerek var mı? Geveleme. Peki hiç hapishane gördün mü? Yoo... Aklına gelen duvarlardan bahsetmiyorum. Benimki biraz daha alaycı, biraz daha geniş. Aslında küçük. Yani bir insanın kafasının içi ne kadar büyük olabilir ki? Sana anlatabilirim zihnimin kelepçelerini. Tutsağız. Yoksa sen özgür müsün? İlk gördüğümde anlamıştım. Hemen tanırım. Bin kilometre öteden de özgür olanlar beni tanır. Ben biraz her şeye geç kalmış gibiyim. Kaplumbağayım ben. Evini sırtında taşıyan, zihnini, zırhını, kelepçelerini, tutsak olduğu her ne varsa her yere götüren... Mesela midyeci çocuk denizden gelen her şeyin mükemmel olduğunu savunuyordu. Hayır, romantik bakmadım tabii olaya. Midyeleri satmak içindi bu, biliyordum. Kanıyordum sadece ya da "mış" gibi yapıyordum, işime geliyordu. Biliyor musun, ellerim üşüyor. Ağustosta üşürüm ben, en çok kalbim üşür; sonra ruhum, daha sonra midyeci çocukla oyalanmak için sarf ettiği sözlerim üşür. Şehir üşür; sonra arabalar, evler, kaldırımlar, caddeler, sokaklar, sevgilisine gül alan adamlar, sonra belki sen... Sen üşürsün. Örtmemiş kimse üstünü, görüyorum. Ben görüyorum seni, bakmak yetmiyor, biliyorum. Ay ışığına daldım ama çok vaktim yok, yürüyeceğim daha, öfke dolu bakacağım, hızımı alamayıp düşeceğim sonra, beni kaldırmaya gelecekler. Büyük bir kalabalık olacak küçük bir kız için. Herkes sebebini soracak birbirine, yani neden düştüm, iyi miyim falan filan... Teyzenin biri dolmuşu kaçıracak, sebzeci amca iki dakika geç bağıracak domateslerim var diye, kalabalık susmayacak... Ne gerek var bütün bunlara? Beni bırak, sor ya da... Ya da sorma. Şimdi sorarsan ve ben her şeyi çözersem ne kalacak geriye? Koca bir "uzaklık." Mesafeler hâlâ öne çıkan eylemimdir. Biliyorsun veya bilmiyorsun. Biliyorum. Sağlık olsun.