"hazırlan," dedim. "bu bir kır gezintisi olmayacak."

kendi kapımı açtım, kendimi dışarıya saldım.

baktım lime lime olmuş kütükler gibi gövdeme.

elimdeki baltayı yavaşça yere bıraktım.

ölümlü hayatım boyunca ben hep kendimden çaldım.

bu yüzden korkunun ayak sesleri hep içimde yankılanır.

ben hep kendi ağıma düşürdüm kendimi.

bu yüzden yakalandığım her an kendimi evimde sanırım.

evet, bu bir kır gezintisi olmadı.

yıllarca yürüdüm, belki de asırlarca.

koşar adımlarım yavaşladı, yavaşladı...

hiç yaşlanmadım, ellerim hiç kırışmadı.

dışarıdaki safsataları boş verdim çünkü.

kendimi içimde yaşattım.

uçsuz bucaksız bir çölden öğrendim ki

korku bir tozmuş, korkuya üflersen gider.

dünyanın soğuk kuzeyinden öğrendim ki

korku bir buzmuş, korkuya dokunursun erir.

anladım her şeyi, bozdum tanrı’nın oyununu.

korku kınına sokulan bir kılıç gibi karanlığa gömüldü.

artık solucanı yiyen tavuk da benim tavuğun kümesine giren tilki de...

tilki mağarası da benim tilkinin vahşiliği de...

hastalanan organ da benim hastalığın kendisi de...

ölüm korkusu da benim ölümün kendisi de.

asırlarca yürüdü ölüm benimle.

ben kendimin de efendisiyim, ölümün de.

"hazırlan," dedim. "gidiyoruz. ne ölümü yenmeye ne ölüme yenilmeye."

"ölümle yürümeye."