ALTINDA KALMAK-SIRTLAMAK

Zihin; sonsuz bir yaşam düşleyişi içinde kendini var eden bir kavramdır. Oysa bedeni form açısından sonlu bir denkleme tabidir. Bu yüzden kaybedecek bir şeyi olmayan zihin bedenin tüm dirençlerini zorlayacaktır. İşte bu bağlamda devreye rüyalarımız girmektedir. Zaman-mekân korteksinden üstün bir ahenk sunarak canlının yaşamsal zorluklarını ve zorunluklalarını ekarte ederek olmak ya da olmayı istediği muhtemel kişiliği rüya evreninde var kılarak gerçeklikten bir anlığına da olsa kopuş sağladığı için varlıkların ütopyası veya distopyası olanaklığını var eden bir açılımdır. İşte bu yüzden canlı gerçeklik evrenine uyandığında yani bir nevi matrix evreninde fişi çekildiğinde kendine dönecektir. Peki bu gerçeklik gerçekten de gerçek midir? Bu sorunun bağlamında tikel ve tümel gerçeklik algımızın veya algılanımlarımızın hakikati hatta hakikatin özü dahi sorgulancaktır. Kısacası şüphe ortaya çıkarak tüm sekanslarımızı altüst ettiği gibi yeniden ve yinelenen bir çeper de kendini doğurmaktadır. Ve her şüphe var olduğu zihin dünyasının yapısına göre olgunluk seviyesi göstermektedir. Burda da karşımıza Kindi'nin işrak felsefesi hatta İbn-i Sina'nın nefs teorsi modern dünyaya gelindiğindeyse Freud'un kavramları bizi sarmalayacak ve son nokta da Nietzche'nin insan türleri bizi kucaklayacaktır. Ve bu denklem devamlılığını canlı yaşamı canlılığını sürdürene dek kendini koruycaktır. peki canlılık dediğimiz kavram ortadan kaltığını düşündüğümüzde durum ne olacaktır? İşte sormamız gereken soru canlılık bilinci yitirildiğinde canlılığa dair tüm yapıtlarımız ve sunaklarımız putların devrilmesi gibi altında mı kalacağız yoksa o putları sırtlayarak yola devam mı edeceğiz?

***film önerisi:vanilla sky