hepimiz zamanın kum taneleri arasında dökülen zerreleriz. lakin benlik sınırlarımızı bilmeden benliğin gölgesi altında içimizdeki karanlığı besleyerek ya da onu öğüterek var olmanın çabası içinde kendiliklerimizi yitiriyoruz. oysa ben olmanın hududunun farkını anladığımızda yapmış olduğumuz eylemlerin ve edimlerin çeperi genişlemekle birlikte daha samimi veya kant'ın vicdan diye tanımladığı eklentiye bir adım daha yaklaşıyoruz. yani içimizde barındırdığımız işrâki felsefenin nur diye anlatımda bulunduğu diyagramda ben olma şuurunu buluyoruz. peki bu ben olma şuurunun açılımları ve manalarını nasıl bir biçimde insanlık düzeneğine sabitleyeceğiz. işte burada devreye aklımız girmektedir. akıl insanda bulunan o kadar endemik bir tavır içerir ki! ibn sina felsefesinde bahsettiği nefs teorisi bunu üçlü bir tabakaya indirgeyerek gün yüzüne çıkarır. bu çıkarım sokratesçi sonradan doğurtmaya bir yanıyla benzerken diğer yanıyla da aristotelesçi tikel önermelere benzemektedir. ve bu iki açıklamada yakınsak bir mercekle bakıldığında aynı şeyleri farklı algoritmik kavramlarla bize sunmaktadır. aslında aynı ve benzer resmin birbirinden ayrık gibi gözüken renklerle tekrardan tuvale dökülmesinden başka bir şey değildir. kısacası prizmaya yönlendiren beyaz ışıktan doğan farklı renkler gibi. yani tüm biçemler platoncu ideal olana ulaşma kaygısıyla var olur ve kendini idealize eder. bu bağlamda aykırı gibi gözüken tüm tutumların varlığı sadece var olmak ile yok olmak arasında geçen milisaniyeden ibarettir. bu yüzden de var olmak da yok olmak da birbiriyle örtüşük ve örülü iki durumdur. tıpkı elmanın yarısı gibi. ancak bizler elimizdeki parçalara o kadar bağlı ve bağımlı haldeyiz ki elmanın diğer parçalarını yok saymak için elimizdeki tüm doneleri kullanıyoruz. ve bunu yaparken de bilim gibi tümel bir şemsiyenin altına sığınarak bilimin o toplayıcı şemsiyesinin noktalarına odaklanıp kalıyoruz. oysa hepimiz aynı güneşin, gökyüzünün ve yeryüzünün üzerinde varlık-yokluk arasında çekişen canlılık bilincini kucaklamaya çalışan varlıklarız. işte buradan da anlaşılacağı gibi tüm farklılarımızı ve aynılıklarımızı ortak bir pota eriterek varlığında yokluğunda önemini kavrayarak hayatta kalmaya ya da ölmeye devam edeceğiz. peki bu bağıntıya hakim ve mahkum olmak için ne yapacağız?