Varoluş krizleriyle ataklar geçirdiğim,
kendimden kendime doğru bir yolculuğun kendisiyim.
Kendinin ötesine geçmek, kendini aşmak pahasına
toprak bedenimde bir ceset gibi
taşıyorum kendi kendimi şu yaşam kavgasında.
Bu yaşam kavgasında ben bana bulaştım;
üstüme giydirilen bir bedenle
dilime yapışan muğlak kavramların gölgesinde
insan olmanın yorgun gerçeğiyle
bitmek bilmeyen şımarık ağrılarla, ben bana bulaştım.
Ben bana yetmezken bir de sosyolojik ağlara takıldım,
çektiler beni ruhsuz hengamelerine
ve nesneleştirme politikası güttüler.
Anlam veremedikleri mevcudiyetime
tembel gözleriyle karar kıldılar.
Adımlarımın sayılmadığı çarşılardan
cebimde ilahsız ve bakışsız geçerken
düzen bekçilerinin ezbere çalmış ağızlarıyla
başıbozuk cümlelerin kof kokusuyla,
fikirlerimden dolayı en nihayetinde damgalandım
delilik yaftalanmasıyla.
Köhne çağda delilik damgası yemek şeref sayılmalıdır belki de.
Sayılmaz mı bilemem,
adımlarıma batan dikenlere
her bir itirazımla hiç bilmem,
haddimi bildiğim kadar.
Onurunu kaybetmiş insanlıktan arta kalan
asgari ücretli ailelerin çocuklarının yitik dünyasına karşın
belki de işte bu yüzden delilik artık bir şeref kimliğidir.