Ölümlü bedenlerimiz yıllar içinde yavaş yavaş esnekliğini yitirip yaşlanırken ruhumuzu bir telaş sarar; kabını kaybetme telaşı, belirsizlik... Bir bilinmezlik abidesi olarak ölüm orda duruyordur. Üstelik her geçen gün bizi ona yaklaştırırken başka hiçbir seçeneğimiz de yoktur. Bu gerçeği fark etmenin yarattığı kaygı öyle yenilir yutulur gibi değildir. Olana direnmek gibi bir şansımız olmadığından hiç değilse ne kadar olduğunu asla bilemediğimiz zamanımızı en iyi nasıl değerlendirebileceğimiz sorusuyla baş başa kalırız. Fakat bu soruya yanıt ararken de aynı kaygı bize eşlik eder. Kaygımızdan bir anlığına uzaklaşabilsek aslında şunu fark ederiz; öyle afili bir yanıtı yoktur bu sorunun. Yaşa! Sadece geleni yaşa, olanı kabul et, fark et, anlama çabası içinde ol. "Nasıl?" sorusu rehberin olsun. Senin hayatından çok da farklı değil kimsenin hayatı ve kimse senden daha şanslı değil. Bize öyle görünür. Hayat kimseye ayrıcalık tanımaz. Sadece iyi değerlendirilmiş koşullar vardır. Yani bir şekilde seçeriz, çoğu zaman diğer seçenekleri fark etmeden... Öyleyse sakin olabiliriz. Yani sorun yok. Düşüncelere ev sahipliği yapabiliriz, nasıl olsa kalıcı değiller...
Yaşam, her gün yeniden aldığımız bir armağansa, çocuksu bir merakla paketi açarken tadını çıkarmayı SEÇEBİLİRİZ. Kendime ve yüreğine dokunabildiğim herkese...