Giriş~


Emir Can İğrek- Zemin


Gök yarılırcasına yağan yağmurun sesi kulağıma doluyor, tüm bedenimi sırılsıklam ıslatan yağmur saçlarımı yüzüme yapıştırıyordu, soğuktan titreyen bedenim ısınmak için yalvarıyordu bana, ayaklarımı sürüyerek kocaman otoparka girdim, ardımdan bağıran adamı hiç dinleyesim yoktu ama sonuç olarak sesini duyurmayı başarıyordu.


"Beni dinlemek zorundasın, duyduklarının hiçbiri doğru değil diyorum." konuşmasıyla var olan sinirim yükselmiş hiddetle konuşmaya başlamıştım.


"Bana maval okuma! Ben neyin yalan neyin doğru olduğunu görebiliyorum ve biliyor musun şuan acınacak halde olduğun için yalanlarına bir intikam bile düşünmeyeceğim. Kendi pisliğinde geber" upuzun otoparkın içinde koşar adımlarla yürüyüp peşimden koşan gereksizin arabasına kuvvetli bir tekme attım, araba ötmeye başladığında daha da hızlandırdım adımlarımı.


"Bana bak peşimden gelme sakın, adi herif!" bağırışım duvarlara çarpıyor kulaklarımda yankılanıyordu.


Nefes nefese omzumu tuttuğunda bacağımı kaldırıp karnına sert bir tekme attım, elleriyle karnını tutarak geri sendelediği sırda koşmaktan yorulmuş halde konuşmaya başladım


"Sana söyledim, benimle oynama dedim, sana acımam dedim! Bu ilk değil Onur, beni ilk kez maşa olarak kullanmıyorsun ki sen" Sinirden kahkaha atarken bir yandan da gözyaşım hızlı hızlı akıyordu, elimin tersiyle silip etrafıma bakındım, gördüğüm ilk taşı avuçladım, havaya kaldırıp kafasına nişan almıştım ki bileğimden birinin tutmasıyla taş ayağımın dibine düştü.


"Geri zekalı! Ne yapıyorsun?" Gördüğüm sima ile içim nefretle doldu, omzumla geriye ittirip öne çekildim, yerden aldığım taşın yeni sahibi vardı şimdi


"Şeref yoksunu" ağzımın içinde kelimeleri gevelerken taşı Rıfat'ın kafasına attım, kafasından kırmızı sıvı boynuna doğru akarken takım elbisesinin cebindeki mendili telaşla çıkarıp kanayan yere bastırdı, bir yandan da durmam için elini bana uzatıyordu, konuşmaya mecali yoktu ama benim vardı, avazım çıktığı kadar bağırmaya, ellerim kan tutana kadar suratlarını dağıtmaya halim vardı olmayan tek şey yetkimdi. Dokunulmazlıklarının olması caydırıyor


"İğreniyorum ulan sizden, var ya ikinizden de ne arkadaş ne dost ne abi hiçbir halt olmaz. Sahtekarlar." kendi arabama koşarken arkamdan sesleniyorlardı, elimde olsa seslerini seve seve keserdim ama bu kadarı boyumu aşardı ne yazık ki. Hiddetle arabama binip hızlı bir şekilde otoparktan çıktım, yağmur inadına yağıyor gibiydi, otobana sürdüğüm araba ile nereye gittiğimi bende bilmiyordum ama bilmeme gerek de yoktu. Zaten alabileceğim her darbeyi almıştım, belki biraz da can acıtma sırası bendeydi.


Yan koltukta duran telefonuma değdi gözüm, camının üstü çatlamıştı, yere ilk düştüğünde gerçekten üzülmüştüm, boş bir üzüntüydü hiçbir işe yaramayan bir üzüntüydü.


Eğer insan ağlıyorsa gözyaşının hakkını vermeli, ağladığı şeye değmeli.


Pencereyi yarıladığımda rüzgar arabanın içini soğutmaya başlamıştı bile, yağmur taneleri seri bir şekilde arabadan içeri giriyordu.


Telefonu alıp yola fırlattıktan sonra kırılma seslerini bile duydum ve pencereyi kapattım. Normalde olsa asla asla yapmayacağım bir şeydi ama şuan zerre kadar umursamıyordum.


Direksiyona hunharca vurmaya başladığımda araba kontrolümden çıkmıştı, yolun boş olması belki de ölmemi engelliyordu şu an.


Arabayı durdurup birkaç dakika derin derin nefes alıp vermeye çalıştım, biraz sakinleştikten sonra arabayı tekrar çalıştırdım.


Ne zaman sinirlensem dengemi şaştığım için tüm bu davranışlarım benim normalimdi esasında.


Belki de bunun için bir doktora görünmeliydim. Gerçi şu an bunu düşünmenin hiç sırası değildi.


Nerdeyse 2-3 saattir sürüyordum arabayı yol bitmek bilmiyordu, bir tabelayla bile karşılaşmamıştım ve bende de hal kalmamıştı, nihayet bir tesis gözüme çarptı, direkt içeri girdim, tuvaletin yerini öğrendikten sonra adımlarımı hızlandırdım.


Kapıyı açar açmaz aynadaki yansımam gözüme çarptı, bir gecede saçlarıma ak düşmüştü adeta, bu halimi görünce gözlerim doldu, bunu hak etmediğimi düşünüyordum bunu hak etmediğimi biliyordum.


Duvara sırtımı dayadım, daha da düşemem herhalde. Hem ne diyor, "Zemine uzananlar düşemez."


*


'Emir Can İğrek-Zemin