Rody Dünyada~ Unutturamaz İhanetini


İnsan en çok da kendisini oturduğu masanın karşısında gördüğünde yalpalıyor, hesap soruyor ya içi bile kendinden işte o an dolu gözlerle bakıyor kendi sinirli suretine, kırılmış suretine sarılmak istiyor, içini ısıtmak istiyor ama içi kabul etmiyor kendini, hep yok sayılmış o kırgın içi affetmiyor bu kez kendini.


*


"Ne diyorsun Sinan sen?"


"Gözlerini belerterek bakma bana korkunç görünüyorsun Buçe, şarj aletini aldıktan sonra cebime koymayı unutmuşum sonra da arabada bırakmışım herhalde" her konuşmasında beni daha çok sinirlendirmeyi başarabiliyordu bu adam.


"Ne demek unutmuşum herhalde, ne demek arabada ya, ne yapacağız?"


"Bi sus Allah aşkına,önce burdan çıkmaya bakalım, tabi rezil olmadan"


"Senin gibi biri mi rezil olmamaktan bahsediyor, bak şaşırdım doğrusu! Benim yanımda para var onunla yeriz yemeği de, daha sonra ne yapacağız Sinan, İstanbul'a nasıl döneceğiz?"


"Bilmiyorum" konuşma bitmemişti ki garson kız yanımıza geldi


"Ne alırsınız?" Tatlı bir ses tonuyla sorduğu soruya gülümseyerek cevap verdik


"Tavuk döner ve ayran"


"İkinizde mi?" Diye teyit ettiğinde kafamızı salladık.


"Hemen getiriyorum siparişlerinizi" diyerek uzaklaştı yanımızdan, o sırada Sinan telefonuna abanmış biri ile mesajlaşıyordu.


"Napıyorsun sen?" masadaki kürdanların birini fırlattığımda kafasını kaldırdı


"Bana bak huysuz kadın burada senin için uğraşıyorum, o yüzden sessiz kal ve yapacaklarımı izle" sinsice güldüğünde tek kaşımı kaldırıp kollarımı birleştirdikten sonra sırtımı sandalyeye yasladım ve yüzüne bakmadan -ukala görünmek adınaydı tüm çabam-


"İstersen uğraşma hem ben de senin gibi bir parazitten kurtulmuş olurum, ne dersin?"


"Tabi uğraşmayayım da ortada kal, ben olmasam buraya nasıl gelecektin sen? Açlıktan bayılırdın bir yerde sonra ilk iş hastaneye gitmek olurdu çünkü ilaçların da yanında değil. Ama bak ne diyeceğim sen insanlarla konuşamıyorsun bile, değil hastane sen ölsen cenaze arabasına binmeye utanırsın" salak salak gülmeye başlayınca göz devirip


"Doğru ölünce binemem, birileri beni götürür yine. Bu arada bakıyorum da keyfin yerine gelmiş, ne o başına talih kuşu mu kondu? Gerçi başına talih kuşu konsa senin kafanı beğenmeyip güzel bir hatıra bırakarak gider."


"Ha ha ha, ne yaratıcı bir espri bu böyle, senin gibi teknolojiden yoksun bir insan anlamaz ama para işini telefonla hallettim ama cüzdanımı bulmalıyız Buçe" biraz bana yaklaştı ve sesini de alçalttı


"Yoksa kimliğim açığa çıkar, polisler koluma bacağıma girip götürür beni"


"Neden?" Tüm ciddiyetimle sormuştum o da oldukça ciddiydi


"Sahte kimliği olan birini bulurlarsa ne yaparlar Buçe?" Gözümdeki korkuyu görmüş olacak ki yandaki masaları bile rahatsız edecek bir kahkaha attı ve sandalyesine yaslanıp


"Düşünsene dayın olmadığımı öğrenecekler"


"Ne komikmiş ya, çalışıyor musun bu söylediklerine, ezber falan mı?"


"Tamamen doğaçlama yeğenim"  yemeklerimiz gelince ikimiz de sadece yemeklerimize odaklandık ve karnımızı doyurmaya başladık, zaman her zamanki gibi akıp gidiyordu, saatin ilerleyişini izlemeye başladım yemeğim bitince, Sinan elini sallayarak


"Hey nereye daldın yine" deyince kendime geldim.


"Bittiyse yemeğin kalkalım"


"Kalkalım" kasaya gidip ödemeyi hallettikten sonra dışarı çıktık.


"Bir şey sormak istiyorum" ciddi olduğu zamanlardan biriydi yine; ses tonu bile değişiyordu ciddi olduğunda


"Evet, nedir?"


"Daha önce birini kaybettin mi?" Tanımadığım ama beni tanıdığını düşündüğüm adam karşıma geçmiş belki de hatırlamaktan en çok korktuğum şeyi soruyordu ve zamanlama da saçma sapandı, sinirlenerek


"Nerden çıktı bu soru?" Dedim ve cevap beklemeden koşar adımlarla yürüdüm ve o eski haline geri dönenerek


"Aptal kız bu yoldan gitmeyeceğiz, dön" dedi. Peşine takıldım ve hiç bilmediğim, adını duymadığım yerlere gitmeye başladık, anladığım kadarıyla Sinan burada uzun bir süre yaşamıştı ve avcunun içi gibi biliyordu çoğu yeri.


Tabiri caizse ayağımıza kara sular inene kadar gezdik her yeri, zamanın farkında değildik hava karamaya başlayınca kalacak bir yer aramak istedik. Ara bir sokağa girdiğimizde birkaç tane çocuk yol boyu yerde oturuyordu, kiminin elinde sigara, kiminin elinde küçük poşetler ve kiminin elinde çakı vardı. Biraz korksam da çaktırmamaya çalışıyordum.


"Sinan, geri dönelim" Sinan daha kafasını sallamıştı ki içlerinden biri kalktı


"Gençler, misafirimiz var" hepsi ayaklanıp etrafımızda çember oluşturdular.


"Boşaltın cepleri" dedi içlerinden biri, ben daha cüzdanımı bırakmak üzereydim ki Sinan üstlerine yürüdü


"Yolunuza gidin, para falan yok"


"Oo bakın beyzademiz korkmadı bizden, boşalt lan cebini!"


"Bana bak ufaklık, ya şimdi yolunuza gidersiniz ya da ben polisi arar çocuk şubeyi buraya dökerim"


"Ah tehtid, bayılırım" elindeki bıçağı çıkardığında korkudan dilim tutulmuşçasına donup kaldım


"Ablacım, kaldır o bıçağı. Vereceğiz parayı tamam mı?" Dedim ama ikna olmuşa benzemiyordu muhtemelen kafası yerinde değildi.


"Tamam değil" daha ağzındaki cümleyi tamamlamadan elindeki bıçağı Sinanın karnına birkaç kere batırdıktan sonra arkasına bakmadan koşarak gitti, diğerleri de onu takip ederek uzaklaştılar, Sinan elini karnına götürüp dizi üstüne düşünce ellerim istemsiz ağzımı kapattı. Küçük bir bağırıştan sonra ne yapacağımı bilmez halde duruyordum, Sinanın bedeni yere düşünce dizlerimde derman kalmamıştı, yanına oturduğumda belki de en çaresiz anlarımdan birini yaşıyordum. Elim kanayan yarasına gitti, amacım bastırıp kanamayı biraz da olsa durdurmaktı ama bu yeterli değildi, aklım donmuş gibiydi.


Sendeleyerek ayağı kalktım, kollarımı göğüs hizamda tutuyordum, gözlerim avuçlarımdaki kana takıldı, kan kimi yerlerde kurumuş ve sertleşmişti, hala sıcak olan yerlerden ise dirseklerime doğru akıyordu, ne yapmam gerektiğini bilmeyerek sağa sola baktım ama konuşamıyordum, dilim tutulmuştu sanki ya da şoka girmiştim, bilmiyordum sadece yerde boylu boyuna uzanan Sinan'ın bedenine bakmamaya çalışıyordum, ellerimi kırmızıya boyayan kanı görmemek istiyordum ama bu mümkün değildi, tekrar yere doğru hızlı bir hamle yapıp Sinanın telefonunu çıkardım cebinden, acele ederek ambulansı aradım ama bulunduğumuz yerin konumunu bilmediğimi fark ettim, elimde telefonla ara sokaktan caddeye çıktım, beni gören birkaç kişi korkuyla yüzüme bakmış kimisi koşar adımlarla uzaklaşmıştı bir kısmı ne olduğunu anlamak için durmuştu


"Yardım edin"


"Neresi burası, lütfen ambulansa tarif edin burayı, arkadaşım bıçaklandı, lütfen" yalvarır gibi sesimi yükselterek konuşuyordum caddenin ortasında, sonunda biri gelip telefonu elimden aldı, onun gelmesiyle birkaç kişi daha toplandı ve birlikte Sinanın yanına gittik, adam giderken ambulansı aramış ve hemen durumu anlatmıştı,


"Ben hemşireyim, sakin ol ilk müdahaleyi yapacağım"  bir kadının konuşmasıyla üstümden bir nebze de olsa yük kalkmış gibi hissediyordum. Kadın, Sinanın yanına koştu,  etraftakiler de  seferber olmaya başlamıştı, dizlerimin bağı çözüldü o saniyelerde, elimde olmayarak yere düştüm, ellerim titriyordu, ona bir şey olmasın istiyordum, ona bir şey olma ihtimalini düşünemiyordum bile.


"Sinan" dilimden ismi döküldü ama sesim çıkmamıştı.


*