Zihinsel olanda bulunurken, sanki artık kendi bedeninizde yaşamıyor, yüreğinizi dinlemiyor, varoluşunuzu hissetmiyor gibisinizdir. Gerçeği yorumlarsınız, çoğu zaman da bozulmaya uğratarak, başka kimselere aslında sahip olmadıkları niyetler yüklersiniz, kendi korkularınızı, sorunlarınızı, kuskularınızı, beklentilerinizi onlara yansıtırsınız. Olayları yaşamak yerine onları düşünürsünüz. İşte bu Doğu inanç akımları insanı zihnin (egonun) egemenliğinden kurtulmaya çağırırlar, her şeyi şimdiki anda ve oldukları gibi hissedebilmek için; çünkü zihin yalnızca geçmişi ve geleceği tanıyabilir.

Ego temelde bir korkunun ürünüdür: özellikle de başkalarının gözünde yeterli olamama, değersiz olma korkusunun bir ürünü. Bizi, kendimizi aslında olmadığımız bir şeymiş gibi kabul etmeye iten de yine düşüncelerimizdir. Zihin egoyu kimi roller üstlenmek zorunda bırakır. Egoyu besleyen zihindir. Yani bu sahte kimliği (egoyu) ne kadar çok geliştirirsek gerçek doğamızdan, ilahi doğamızdan da o kadar uzaklaşmış oluruz. Bu da bizi daha çok mutsuz eder: egoyla yaşamak cehennemi yaşamaktadır.