Tüm hüzünlü vedalar bir düşünceyle var olmuştur. Tek bir düşüncedir bazen iki aşığı birbirinden ayıran. Tek bir düşüncedir bazen bir anneyi çocuğundan ayıran. Yine tek bir düşüncedir bazen insanı hayattan ayıran. Ve her veda kaçınılmazdır. Çünkü veda hayatın kendisidir.


Ayrılmak, vedalaşmak insanın en çok kaçmaya çalıştığı hislerden biri belki de. İnsan doğası gereği sahip olduğu şeyi asla kaybetmek istemiyor. Bir şeye sahipse o elinde olmalı, yanında olmalı, ona ait olmalı.

Biz insanlar bir mevkiye sahip olursak onu hiç kaybetmeyecek gibi davranıyoruz. Eğer sağlıklı doğduysak hiç hastalanmayacak gibi yaşıyoruz. Eğer aşkı bulduysak onu hiç tüketmeyecek gibi umutlanıyoruz. Ama hayat bu şekilde işlemiyor.


Bunu son vedamda çok iyi deneyimledim ki, hayat bazen bize söz hakkı bile vermiyor. Bazen çok sevdiğimiz birinden kopmak zorunda kalıyoruz. Ama sevmediğimiz insanlarla iç içe yaşıyoruz. Bazen sevdiğimiz şey bir anlık iken, sevmediğimiz şey bir ömür bile sürebiliyor. Hayatın çoğu noktası bizim elimizde olsa da vedalarda durum değişiyor ve insan buna alışma mecburiyetinde.

Düşüncelerle başlayan vedalar, hayatın dokunulmazlığı ile birleşince insanı yerle bir ediyor ve bitiş kaçınılmaz oluyor. İnsana da sükuneti korumak ve kabullenişten başka bir şey kalmıyor. Ta ki yeni bir başlangıca kadar.


Her şeye rağmen hayatın kendisine alışmış ve her türlü vedaya göğüs geren herkese iyi temennilerde bulunuyor ve Nazım'dan şu dizeleri ekleyerek ben de yazıma veda ediyorum.


Ayrılık, zaman değil, yol değil;

Ayrılık, aramızda bir köprü…

Kıldan ince, kılıçtan keskin.