Lunaparktan çaldığım atlı karıncayla göklere eriştim.

Ayın penceresinden sarkarken, yıldız pulları döküldü saçlarıma.

Tanrı'nın tuvalinden yansıyan,

"Yeryüzü" tablosunu merceğimden süzdüm.


Sualtında dalgalanan yakamoz

"deniz kabuğundan rahime düşen bir fetüs gibi" karanlığa güneşi bağışlıyordu.

Balık kokan, ihtiyar bir denizci sandalında bağdaş kurmuş, kavun eşliğinde şarabından yudumluyordu lıkır lıkır.

Alkolün keskin tadı, damağında ağır bir koku bırakıyor.


Anılar bilinçaltında yüzerken, dudağının kenarına Anna'nın tarifsiz gülüşünü konduruyordu.


Ardından yüreği parça parça dağılıyordu, yosun kokan denize.

Derisi yağmur gibi eriyordu, kum saatinin takvim köprüsünde.

Şafak vaktinde Satürn Ay ışığıyla saatlerce sevişip yeni bir gök inşa ediyordu denizin kucağına.


Baharlar kente koşar adım gelirken, tomurcuklar küskün. Güneş kurumuş, sincaplar, güvercinler kabuktan yuvalarında "pusuda bekleyen askerler gibi" görünmezliğe bürünmüşler.


Kanım damarlarıma sığınırken, şimşekler çakıp omurgamın kemikten kulesini yıkıyor.

Su bulanıklaşıyor, belki de gözyaşlarım kirpiğime batıyor.


Kalbim ritim tutmaktan, kanım akmaktan vazgeçiyor.

Tıpkı tarihi geçmiş kitaplar gibi, tozlu raflara kaldırılıyor senelerim.

Bu yaklaşan ayak sesleri, sonumun gelişinin gürültüsüydü.


İşte Maria! Cennetten göz kırpıyor sevgiye aç ruhuma.