Hitchcock, filmlerinde sahne planlamasını dikkatli ve özenli bir şekilde düzenler. Buna en iyi örnek oluşturacak filmlerinden birisi de Vertigo (Hitchcock,1958) filmidir. Filmin başrollerinde James Stewart ve Kim Novak oynamaktadır. Filmin konusunun kısaca bir özeti şöyledir: Polis departmanında dedektiflik yapan John Ferguson (Scottie)’un bir kovalamaca sırasında düşüp çatıda asılı kalması ve bir arkadaşının onu kurtarmak isterken aşağı düşüp hayatını kaybetmesiyle Scottie’de yükseklik korkusu başlar ve işinden ayrılmak zorunda kalır. Eski bir okul arkadaşının eşiyle ilgili bir sorundan dolayı ondan yardım istemesiyle birlikte olaylar gelişir.

 

Film baştan sona bütünlüklü, zekice düzenlenmiş bir yapıda devam etmektedir. Açılış sekansında bir kadının yakın plan yüz çekimiyle başlar ve kadın oyuncunun tek gözüne daha yakın bir plan çekimle daha da yaklaşırız. Gözün içinden dönen spiral çerçeveye doğru yaklaşır. Filmin afiş tasarımında olduğu gibi bu şekiller hikâyedeki baş dönmesi etkisini izleyiciye önceden ima eden göstergelerdir. Robin Wood Hitchcock filmleri üzerine yaptığı çalışmada filmin açılış jeneriğiyle ilgili şunları söyler:

“Saul Bass'ın jenerik tasarımları bize Ölüm Korkusu’nun temasının bir yönünü verir. Bir kadının yüzünü görürüz; kamera ilk olarak dudaklara, sonra da gözlere yönelir. Yüz, insanın gizemini sunan maske gibidir, maskenin ardında neyin olup bittiğini bilmek imkansızdır. Ama gözler sinirli bir biçimde bir o yana bir bu yana hareket eder; maskenin altına bilinmeyen duygular, korkular, ümitsizlikten gelen akıl dengesizliği hapsedilir. Daha sonra gözün derinliklerinde sanki izleyiciyi içine sokarcasına dışa doğru yönelen baş döndürücü bir spiral hareketi başlar. Film daha tam başlamadan filmin adı olan baş dönmesinin yalnızca yükseklik korkusundan ibaret olmadığının farkına varırız.” (Wood, 2004, s. 146)


Filmin başında ilk karşımıza çıkan problem Scottie’nin yükseklik korkusudur. Filmin sonunda ise bu sorun çözülmüş olur artık yüksekteyken başı dönmüyordur. Filmin mizansen eleştirisini yaparken ışıklandırma, kostümler, mekan seçimi bakımından filmin genel akışında bu seçimlerin nasıl bir etkisi olduğu incelenecektir.


Scottie (James Stewart) eski okul arkadaşı ile buluşur ve ona eşinin durumunu anlatır. Scottie (James Stewart) için anlattığı şeyler rasyonel gelmese de bilimsel bir yardıma ihtiyacı olduğunu söylese de bilinmeyenin çekiciliğinden kendini alıkoyamaz ve Madeleine’i (Kim Novak) görmeye gider. Madeleine’i (Kim Novak) takip ederken öznel kamera kullanılır. Madeleine’i sadece Scottie’nin bakış açısıyla görürüz. Bildiklerimiz Scottie’nin bildikleri kadardır ilk başta. Takip ettiğimiz Madeleine, sırasıyla bir çiçekçiye gider ve bir buket çiçek alır daha sonra kilisede bir mezarı ziyaret eder. Burada yönetmen, düş mü, gerçek mi ikilemini yaratmak için mizansen de anlatımı desteklemek için ışıkla oynar. Hitchcock Truffaut ile yaptığı söyleşide bu sahneyi şöyle anlatır “James Stewart filmin başlarında kadını mezarlığa doğru izlerken sisli filtre kullanmak suretiyle kadına hayal gibi ve esrarengiz bir nitelik kazandırmıştır.” (Truffaut, 2018, s. 224). Scottie Madeleine’i takibe devam eder ve onun bir otele girdiğini görür peşinden o da girer fakat otelden sorumlu kadın içeri kimsenin girmediğini söyler, teyit etmek için odayı bile kontrol ederler fakat gerçekten de kimse yoktur. Yönetmenin mizansende yaratmaya çalıştığı etki burada daha da netlik kazanır. Madeleine hayal miydi yoksa gerçek miydi? Burada Slavoj Zizek Yamuk Bakmak kitabında Zenon’un paradoksları ile Lacan’ın yorumlarını birleştirdiği ilk bölümde şöyle der: “Yani burada, rüya görürken hepimizin yaşadığı özne-nesne ilişkisiyle karşı karşıyayız: Nesneden hızlı olan özne ona gittikçe yaklaşır, ama hiçbir zaman yakalayamaz- rüyada kendisine sürekli yaklaşıldığı halde yine de sabit bir mesafeyi koruyan nesnenin paradoksudur bu.” (Zizek, 2005, s.16) Kitapta Zizek’in de dediği gibi rüyalardaki özne-nesne ilişkisi filmde belirgin bir biçimde kendini göstermektedir.

 

Scottie, Madeleine’e en yaklaştığı anda bir anda ortadan kaybolur sanki bir rüyaymış gibi. Scottie’ye anlatılan hikâye her ne kadar ona mantıklı gelmese de bu gizin peşinden gider. Madeleine’nin ruh hali gittikçe daha da karmaşık bir hale gelmeye başlamıştır. Scottie’ye anlatılan hikâye ve sonrasında takibi sırasında edindiği bilgiler ışığında ölmüş bir akrabasının ruhunun onu ele geçirdiği yönündeki düşüncelerimiz güçlenmeye başlar. Madeleine mezarını da ziyaret ettiği Carlotte Valdes’in ruhu tarafından ele geçirilmiştir. Scottie onu iyileştirmek için Madeleine’nin rüyasında gördüğü yerin gerçek olduğunu ispatlamak adına onu oraya götürür. Burada karşılıklı olarak birbirlerine sevgilerini itiraf ettikten sonra Madeleine kilisenin kulesine çıkar ve kendini atar. Yükseklik korkusu yaşayan Scottie ise onu durdurmak için peşinden gidemez. Burada gene özne-nesne ilişkisi bağlamında onu erişemeden kaybeder. Scottie daha sonra yaşadığı travmadan ötürü akıl sağlığı bozulur. Bu durumu anlatmak için rüya sahnesinde filmin başından beri Madeleine ile ilişkilendirilen semboller kullanılır. Karakter rüya-gerçek ayrımı arasında sıkışır.

 

Hastaneden çıktıktan sonra Scottie tek başına Madeleine ile gittiği yerlere gider. Bu sahnelerde gene hayal gerçek ayrımı vardır, gittiği yerlerden bulanıklık içinden tam seçilmeyen ama Madeleine’e benzeyen biri geçer -kameraya yaklaştığında o olmadığını anlarız-. (Kamerada Scottie’nin bakışından gösterir bize.) Çiçekçi dükkanının önünden geçen bir kız grubunun içinden birini Madeleine’e benzetir fakat bu sefer yarattığı algı bozulmaz ve onu takip eder. Burada karakterin tek değişen özelliği saç rengi değildir. Yürüyüşü, kıyafeti, makyajı her şeyi değişmiştir. Benzer ama o değildir. Robin Wood’un kitabında Midge ve Madeleine arasındaki ayrımı yapmak için kullandığı şu tanım Judy ve Madeleine arasındaki farkı tanımlamak için de kullanılabilir. Şöyle der: “...Madeleine bir gizem atmosferiyle çevrelenmiştir.” (Wood, 2004, s. 150) Judy’de ise böyle bir şey yoktur. Sokaktan geçen sıradan birisidir. Scottie onu takip eder ve bir otel odasında bulur, filmin başında Madeliene’i ile aynı noktada karşı karşıya kaldığında rüya gibi bir anda yok olmuştu. İkinci takibinin sonucunda yok olmaz ve Scottie, Judy ile konuşur. Scottie otel odasından çıktıktan sonra Madeleine ile odada yalnız kalırız, Judy’nin kafasının arkasına doğru bir kaydırmayla saçı kadraja girer, daha sonra yüzünü döner bize ve bir flashback ile geçmişe döneriz. Filmi Hitchcock iki kısma ayırır, filmin ilk yarısını Scottie’nin bildiklerini bilerek izleriz fakat filmin ikinci bölümünün başında Scottie’nin bilmediği bir bilgiyi yönetmen bizimle paylaşır. Pascal Bonitzer “Hitchcockçu Gerilim” başlıklı yazısında şöyle der: “Hitchcockçu anlatı şu yasaya itaat eder: Bir durum bir şekilde ne kadara priori, tanıdık ya da sıradan olursa yapısal ögelerinden biri 'rüzgar yönünün tersine dönmeye' başladığı an rahatsız edici ya da esrarengiz bir hale dönüşmeye o kadar mecburdur. Senaryo ve sahneleme, basitçe doğal bir manzara ile (manzaranın) sapkın ögesini yapılandırmadan ve sonra da sonuca işaret etmekten oluşur” (Bonitzer, 2012, s. 13). Bu sahneye kadar bildiklerimizin yanlış olduğunu gerçekleri tümüyle bilmediğimizi öğreniriz ve film burada tersine döner. Buradan itibaren Scottie’nin bilmediği bir bilgiye sahibizdir. Bu sahneye geçmeden önce çerçevenin Judy’nin saçının arkasını göstermesinin bir anlamı vardır, filmin devamında Scottie Judy’yi Madeleine’e benzetmeye çalışır saç rengini, kıyafetlerini, saç stilini. Fakat bu değişimden kimliğinin açığa çıkmasından da duyduğu tedirginliği yaşar ve saçını onun gibi yapmaz fakat Scottie’nin yaşadığı hayal kırıklığından sonra saçını onun istediği gibi yapar.

 

Scottie onu tamamen Madeleine’e benzettikten sonra seyircinin zaten bildiği bir bilgiyi o da öğrenir. Madeleine’nin akrabası olan Carllote Valdes'in mücevherlerinden biri Judy’de de vardır. Bu kolyeyi ilk kez Madeleine müzeye gittiğinde tabloda görürüz. Bizim bildiğimiz gerçeği artık Scottie de biliyordur. İtiraf ettirmek için Medeliene’nin kendini öldürdüğü yere tekrar götürür. Burada olayın geçtiği yer olması bakımından tekrar kiliseye döneriz ama mekan olarak kilise seçilmesinin başka bir anlamı daha vardır. Kilise aynı zamanda bir günah çıkarma yeridir. Diğer Hitchcock filmlerinde de buna benzer mekan seçimleri vardır. Hitchcock ailesi tarafından koyu bir Katolik olarak yetiştirilmiştir. Lee Russel, Alfred Hitchcock ile ilgili yazısında filmleri hakkında şöyle der: “Hitchcock'un filmleri her şeyden önce ahlakidir; uygarlığın düzeninin hemen altında doğanın akıl dışılığının yattığı ve bunun hem dış dünya hem de iç dünya için geçerli olduğu diyalektik bir dünya resmi çizer. Bu akıl dışılık her insanda ortaktır, her insanda patlak verir. Bu akıl dışılık ilgimizi çeker ve onu anlaşılabilir kılma çabası içinde ona dahil olma ihtiyacı duyarız. (Russell, 1966, s. 178) Vertigo filminde de Scottie ilk başta ilgilenmese de daha sonra Medeliene onun için bir arzu nesnesi haline gelir. Saplantılı bir şekilde bunun peşinden gider ve sonunda kandırıldığını öğrenir, başka bir travma daha yaşar ve artık yükseklik korkusu geçmiştir. Aşağıya bakabiliyordur. Judy ise suçunun bedelini ödemiştir. Günahlarından arınmıştır. Vertigo, Alfred Hitchcock'un filmografisindeki önemli filmlerden biridir. Filmde mizansen düzenlemeleri dikkatli ve özenli tasarlanmıştır.

 

KAYNAKÇA

Bonitzer, P. (2012). Hitchcockçu Gerilim. In S. Zızek, Lacan Hkkında Bilmeyi Hep İstediğiniz Ama Hitchcock'a Sormaya Korktuğunuz Hey Şey (pp. 3-19). İstanbul: Agora.

Corrıgan, T. (2018). Film Eleştirisi. Ankara: dipnot.

Pıppın, R. (2019). Felsefi Hitchcock:Vertigo ve Bilinmeyenliğin Kaygıları. Düşünbil, (pp. 16-21).

R.O'Neıll, E. (2008). Alfred Hitchcock. In G. N. Smith, Dünya Sinema Tarihi (pp. 358-359). İstanbul: Kabalcı.

Russell, L. (2017). Alfred Hitchcock. In P. Wollen, Sinemada Göstergeler ve Anlam (pp. 173-178). İstanbul: Metis.

Truffaut, F. (2018). Hitchcock&Truffaut. İstanbul: Hayek Kitap.

Wollen, P. (2017). Sinemada Göstergeler ve Anlam. İstanbul: Metis yayıncılık.

Zizek, S. (2005). Yamuk Bakmak. İstanbul: Metis.