Vicdanı, ahlâkî sorumluluğumuzu anlama ve değerlendirme duygumuz olarak düşünebiliriz. İçsel bir şey bu, içimize bakmakla, içimize dönmekle başlıyor vicdan muhasebemiz. Bu muhasebeyi herkes aynı kurallarla, aynı sermayeyle, aynı gelir giderlerle mi tutuyor peki? Kimlerin buradaki sermayesi ya da geliri daha yüksek? Kimler ölçüsüz, umursamaz?


Nasıl var oluyor bu mefhum içimizde? Çocukluk dönemimizde başlayan, ailemiz, öğretmenlerimiz, sosyal çevremiz, toplumsal koşullar ve etkilerle şekillenen bu olgu, empati yaparak ahlâkî kararlar vermemizi sağlıyor, hepimiz için yaşanılabilir bir toplumsal hayatı tesis ediyor -en azından etmesi için çabalıyor birçoğumuz-. Aynı zamanda duygusal deneyimlerimiz ve tecrübelerimiz de etkili oluyor bu süreçte, bu kavramın içimizde oturmasında tabii.


Freud'un "süperego"sunu sanırım evirip çevirmeden vicdanla benzeştirebilir, örtüştürebiliriz. Toplumsal sonuçlarını baz alarak arzularımıza, iç güdülerimize ulaşma yolunda kendimizi durdurduğumuz bir fren mekanizması... Peki, Durkheim'in "kolektif bilinç"i? Onu da aynı şekilde değerlendiremez miyiz? Kant'ın, maksimlerinde bir nevi vicdanla belirlenen bir kaideler bütünü oluşturmaya çalıştığını söyleyebilir miyiz?


Bu büyük insanların hepsi benzer bir çabanın içindeydiler, öyle veya böyle. Kendimizi gerektiğinde ketleyerek, başkalarının da varlığını ve onların da arzularını, beklentilerini baz alarak, bir tür "sosyal faaliyet" şeklinde hareket etme tasavvuru. Buradan bakınca, hareketlerimiz, aksiyonlarımız sosyal faaliyetler olarak da düşünülebiliyor. En özel, en mahrem görünen işlerimiz bile.


Peki, bu vicdanı oluşturan öğrendiğimiz şeyler, deneyimler, toplumsal değerler çatışınca ne olacak, nasıl işleyecek bu mekanizma? Kararı kime göre vereceğiz? Hangi iç sesimize kulak vereceğiz bu durumlarda? Kötü niyetli olmamak yeterli mi ahlâkî kararlar alabilmek için? Benim en çok etkilendiğim; Kant'ın "evrensel olmasını kabul edeceğimiz tutum ve davranışlara" yönlendiren tavsiyesi. Birçok açıdan tartışılabilir bu konu tabii, fakat olabilecek en iyi özet bu belki de, başka hiç kimsenin de yapmasından rahatsız olmayacağımız işler, sanırım içimizdeki o sesi de rahatsız etmez...


Fakat yaptık diyelim... Bir şekilde art niyetle davrandık ya da yeterince "iyi" bir aksiyon alamadık veya işin içinden çıkamayıp doğruyu bulamadık. Muhasebemiz başladı, zararlı çıktık. Vicdanımız huzursuz, rahatsız ediyor bizi, yanlış yaptığımızı söylüyor. Ne olacak? Çaresi, geri dönüşü var mı? Genelde "vicdan azabı" denen şeyin temel sebebi "pişmanlık" tabii. Bu azap ne zaman başlayacak? Dostoyevski'nin anlattığı, o insanın iliklerine işleyen vicdan muhasebeleri hemen mi girecek devreye? Girmeli mi, bir sınırı, bir çerçevesi var mı bu işin? Her şey bugüne kadar biriktirdiğimiz bu sermayeyle mi belirlenecek? Raskolnikov'un vicdan muhasebesini bizden ayıran, zihnimizin bizi rahatlatma becerileri, içsel savunma mekanizmalarımız mı sadece? Yani içimizdeki o ses "Hayır, sen bir cinayet kadar büyük bir yanlış yapmadın." dediği için daha rahat davranabilir miyiz? Ya da nereye kadar sürecek bu? Raskolnikov ve hepimiz, yaptığımız herhangi bir şey için ömür boyu bu içsel cezayı çekmeli miyiz? Hukukun veya toplumun verdiği ceza yeterli olacak mı kendimizden başkalarını yargılamak için? Ya da bir başkası için yaptığımız vicdan sorgulaması mesela... Suç işleyen biri, cezasını hukukun kararlarıyla çektikten sonra, bir de biz "onun vicdan azabı"nı sorgulamalı mıyız? "Geceleri nasıl uyuyor?", "Nasıl bu vicdan yüküyle yaşayabiliyor?" demeli miyiz? Yoksa cezasını çektiğini kabul edip hiçbir şey olmamış gibi devam mı etmeliyiz? Gerçekten, bir insanın herhangi bir vicdan azabından sonra rahatlayıp huzura ermesi gerçek anlamda mümkün mü? Çok zor, çok çetrefilli meseleler...


Vicdanın genelde göz ardı ettiğimiz çok önemli bir işlevi daha var benim için. Sık sık değindiğim "içe dönme" mevzusu, refleksiyon... Bu, bizi daha sonraki olası hatalarımızdan koruyabilecek bir olay. İçimize dönüp düşündükçe daha sonra yapabileceğimiz hatalardan önce ders çıkarmamız kolaylaşıyor. Hem karşımızdakilere, hem kendimize yönelik çok çok önemli getirileri olabilecek bir adım bu. Hayatta kaybetmememiz, devamlı üzerine koymamız gereken bir alışkanlık olduğu kanısındayım. Zor, yıpratıcı bir hayata kapı açan, ancak çok önemli ve bence olması gereken bir alışkanlık... Maalesef, içimize dönüp vicdanımızın sermayesini büyüterek ona uygun yaşamak, kullanışlı olduğu kadar da meşakkatli bir iş...