Bu parşömende çürümüş vişne lekeleri var. Eller, gözyaşları ama en çok çürük vişne. Gizlemek için çok çaba sarf ettiğim, en sonunda öyle bir yere gizlediğim için yerini bulamadığım vişneler. Bekleyen her şey çürür lakin hiçbir çürümseme lekeleriyle yeniden bir hayat inşa edemez. Mürekkebini takas pazarında mezata çıkarmasını istiyorum kalemimin. İçi boşalan bir şeyi yeniden doldurmak ve yeniden, yeniden yazmak. Yazmanın insana verdiği haz üzerine düşündüğüm bir zaman diliminde aralayıp penceremi hayasızca bağırıyorum sokak köpeklerine. En çok kediler gülüyor halime yine de.

Kedilerin belirli bir örgüte mensup olduklarına neredeyse emin olduğumdan asla bulaşmam akıllı halimle. Bu yüzden hızlıdan pencereden geri sokuyorum gövdemi iki göze sahip olan evime. Şerhim var ölülerin bize dar ettiği yeryüzüne. Kapı zillerinin üstündeki isimler yalan. Bulamıyorum aradığım yüzleri, bulamıyorum dairelerin duvarlarına karışmış acılarını. Vişnelerden evvel çürüyen tek şey zaman...

Herkes her şeyi biliyor. Susuyorlar. Herkes yutuveriyor kabul etmediğini. Oysa neydi insan?

İki göz odaya elli yıl harcayan, yine de hiçbir şey yokmuşçasına ağzını sıkı sıkıya kapayan. Yanı başında ölse biri aman ha ben buradayken olmaz diyecek kadar çıkarlarına sarılan. Neydi insan? Kapı zillerine ölmüşlerini bırakıp kapı ardında kendini en donanımlı şövalye sanan? Antre boşluklarını bile andıramayacak yoksunluktaki yansımaları, ellerine bakacak cesareti gösteremeyen esaretleri kadar var olamayandan başka ne olabilir ki insan?

Düşünmenin ardında bir ordu var. Körü körüne inançtan biraz da cehaletten uzak. Cehalet demişken hakkını veren tanıdıklarım var. Öyle cesur öyle kabalar.

Sığabildikleri bir tek dünya var. Portakaldan öteye geçmeyen ama renkten de pek haberdar sayılmazlar.

Ziyadesiyle doymuş ama ruhları açlıktan saldıranlar.

Cümlenin anlamını yalnızca noktalamayı yanlış yere koymak bozmaz, yanlış yere attığım her adım bu paragraftaki her cümleyi asıyor yalnızlıklarından. Parşömen renk değiştiriyorken, cümlelerin içi boşalıp akıyor, birikecek hiçbir derinlik bulamıyorken bir şarkı çalıyor arka mahallede.

Sanki annemin çekmecesinden çıkıp gelmiş bu sözler, küçükken o çekmeceyi hep merak eder, hane boşalır boşalmaz kurcalamaya giderdim.

Tıkış tıkış bir çekmece içinde annemden, babamdan, kardeşlerimden ah kardeşlerim ki görmesinler içimin çürüyen vişnelerini.

Minnettarım bu amansız çileye. Ne kadar yok saysanız da bu dünya üzerindeki izlerimi, ne kadar erkekseniz başıma vururken elinizi, ne kadar yaralıysanız çocukluğunuzdan tüm bunları affınıza sığdıramadığınızdan her sabah bayram ayakkabısı gibi koyduğunuzdan yatağımın kenarına, mutluluk sayıyorum tek başıma topraktan yetişip köksüz bir fesleğenden olma hayatımı. Ne suyunuza ne saksınıza muhtacım.

Yalnızca çorak da olsa toprağa...