Süt mavisi bir sistir örtüsü yalnızlığın, sarındığın üzerine

Belli belirsiz kaybolan yılların sert çentikleri dururken yüzünde

Defalarca unutulur rotasız yollarında kaybolmuşluğu hayatın…

Kıyılarına vuran dalgalar alıp götürür puslu geleceğinden günbegün

İçinde kabaran suların karşısında asilzade bir boyun eğişin nezaketi tutar elinden

Ama aynı zamanda ele verir seni, ceketinin sol cebinde taşıdığın hüzün

Atılmaya kıyılamamış, lekeli bir mendil gibi ışır göğsünden


Soyunduğunda kendine ve çıkarınca kendini

Elde kalan yine o çırılçıplak gurur

Biraz gaddar, biraz hırçın ve fazlasıyla delişmen…

Her şeyi ve herkesi delip geçen görkemli bir kayalık gibi sivrilir

Denizler ortasında tek başına ve yapayalnız

En çok da ağırlığı altında kalan kalbin ezilir, sevgiden yoksun ve ölesiye yorgun

Kaya mezarında gömülü olduğunu bilmeden, geçmişte yaşayan Firavun’un


Tüm belirsizliğin ortasında, ufuktan sahte umutlar yükselir

O asla büyümeyen bebek gözlerin, bir bakarsın bulutlardan önce yağmur yüklenir

İşte o an, anlar insan en çok da kendisine yenildiğini

O kaya gibi sert gururu ufalanıp toz olur

Çünkü herkes, incittiği yerden incinir

Mağrur duruşundan ödün vermeden sırt döndüğün ne varsa

Dönüp dolaşıp gelir, elbet çarpar suratına

Ve göstermelik bir şefkatle saçlarını okşayan rüzgâr, eğilip gururla fısıldar kulağına:

"Ne olursa olsun, sen kalbini dinle

Bazı zaferler kazanılmaz tek başına!"



Görsel: Caspar David Friedrich’in Wanderer Above the Sea of Fog (Bulutların Üzerinde Yolculuk ya da Sis Denizinde Amaçsızca Dolaşan Adam) adlı tablosu