Bir meyve severin, elmaya karşı günden güne büyüyen nefreti üzerine bir hikaye bu. Ana kahramanımız tabii ki bir insan. Milyonlarca ölüme sebebiyet veren, kendi cebini doldurmak pahasına başkalarının cebinden almaya çekinmeyen; nefreti sevgisini geçmiş, gözü hırstan başka kimseyi görmeyen, “her şeyin bir elmanın yenmesiyle başladığı” hikayenin asıl kahramanı olan insan…


Yemeyi çok seven, yemek için yaşamayı seçen, özünde iyi ama çevresi daima bozuk olan bir şahsiyet. Önce kendini değil, çevresini düzeltmeye çalışmasından dolayı düzelttiğini sandığı her şeyde daha şiddetli bozulmalar olan bir bilge. Hiçbir şeyi bilmemesine rağmen her şeyi bilen bir bilge…


Bu kahramanımız hayattaki rutinini bıkmak usanmak bilmeden sürdürmektedir. Sabah işine gider, işinden gelir, ayaklarını uzatır, dikdörtgen bir çerçevenin ona sunduğu heyecan dolu soyut şeyleri, her şeyi bilmeye muktedir beyin kıvrımlarına usulca bırakır. Hikaye bu ya; hayatından aldığı lezzet, içinde sıkıştığı üçgenle sınırlı olan kahramanımız, çok küçük şeylerden mutlu olan insanlardan ziyade, çok küçük şeylerden mutsuz olmaya başlamıştır. Her şey yolundadır çünkü, uğraşacak başka neyi var ki?


Zorlanarak kalkar koltuğundan, mutfağa gider, masanın üstünde duran tabaktan bir elma alır. Meyvelerle arası çok iyidir. Çünkü hem kolay sindirilir, hem ucuzdur. Üstelik onu kesmek gibi inanılmaz zor bir zahmete de girmez çoğunlukla. Alır ve yer. Hepsi bu.


Elmadan bir ısırık alır. Yavaş yavaş odasına doğru ilerler. Bir ısırık daha alır. Sonra ağzında kötü bir tat hisseder. Yüzünü ekşitir, yutkunamaz. Ağzındaki kötü şeyden bir an önce kurtulmak için, koşup kendini yormak pahasına lavaboya hücum eder. Tükürür... tükürür… Ta ki ağzında hiçbir elma parçası kalmayana kadar. Kötü tattan kurtulduktan sonra döner bakar elmaya. Isırdığı kısım çürüktür. Sadece ısırdığı kısım... Bir küfür savurur elmaya, fırlatır çöpe atar. Hıncını alamamıştır. Tabaktaki bütün elmaları da atar çöpe. Pazarcıya kızar, çiftçiye kızar, döner dolaşır son olarak da ağaca kızar… Dedim ya hıncını alamamıştır diye. Halbuki ne elmanın, ne çiftçinin ne de ağacın suçu vardır. Bunu görmez, görmek istemez. Suçu bir yere atmazsa rahatlamayacağını bildiği için her yere saldırır pervasızca.


Bir daha da elma almaz bu meyvesever adam. Nasıl olsa başka meyveler vardır. Hem elmaya ne gerek var ki? Zaten oldu olası elmayı sevmezdi.


Elma ise hiç kırılmamıştır bu duruma. Bir gün yine karşılaşırız nasıl olsa, der. Bilir çünkü problemin kendinde olmadığını. Yani sözün özü şu ki “Tahiri Zühre sevmeseydi artık, Tahir ne kaybederdi tahirliğinden?” Önemli olan tahir kalabilmek, der Nazım Hikmet, Zühre'nin sevgisizliğine rağmen.

Elmanın o parçasını kesip atıp yemeye devam etseydi insan, belki de ne elmaya küsecek ne de ağaca küfredecekti. Sadece o parçayı atacak, bir bardak su içip hayatına devam edecekti. Dedik ya, uğraşacak başka neyi var ki?