Şimdi unutmak için can attığımız her şey, bir zamanlar bizi hayata bağlayan sebepler değil miydi?

Öyleyse kime karşı bu öfkemiz?

Kimlere ait bu kibre bulanmış kalpler?

Canımızın yanışını mı bastırıyor aklımızın açtığı intikam savaşı?

Fark edemediğimiz bir nokta var. Tehlikeli olan canımızı yakanlar değil aslında. Tehlikeli olan bunu kabullenmeyen gururumuz. Hep bir karşılığı olması gerektiğine inanan, baş edemediğimiz hırsımız. Oysaki hissettiğimiz her duygu o kadar kıymetli ki. Hüzün, sevinç, öfke, kırgınlık… Her birinin bize verdiği küçük bir mesaj var aslında.

Mutsuzluğu hiç tatmamış olsaydık mutluluğun nasıl bir his olduğunu bilebilir miydik?

Hüzün olmasa, sevincin yarattığı tarifsiz mutluluğu anlayabilir miydik?

Öfke olmasa, onu durduran sakinliğin verdiği huzuru hissedebilir miydik?

Peki ya intikam olmasa?

İntikam hissine kapılmamızı sağlayacak acı olmasa?

Aslında bunu karşılaştırabileceğimiz herhangi bir duygu olduğuna inanmıyorum. Yaşanması gerektiğine inanıyorum. Yüzleşene kadar, kabullenene kadar içimizde yaşatmamız gerektiğine inanıyorum hatta. Kabullenmediğimiz her şey bir zaman sonra gerçekliğimize dönüşür bu hayatta. Ne yani? Hep bu acıyla mı yaşamak istiyoruz?

Bu yüzden bırakın canınız yansın, bırakın bazı yaralar kanasın, bırakın bir süre acısını yaşasın tüm duygularınız. Aynı zamanda inanın. Mutlaka bir gün yanan canınız suya kavuşacak, bir gün o yara kabuk bağlayacak, bir gün tüm acınız kendini, elde ettiğiniz bu zaferin huzurlu kollarına bırakacak. Evet, bu savaşın sonunda bazı duygularınız ölecek ve mutlaka yerlerine daha sağlamlarını koyacaksınız. Koymak zorundasınız.

Unutmayın. Tüm bu ölen duyguların ardından, gözlerinizi karanlığa mahkum edip yas tutmak için çok uzun fakat aydınlığa teslim olup, hayatın tüm güzelliklerini görüp, yetişemeyeceğiniz kadar da kısa bir hayat var önünüzde.

Ya aydınlığa koşun, yaşayın aynı zamanda yaşatın ya da kendinizi bu karanlığın ellerine tutsak edin. Seçim sizin. :)