Rastgele bir an önemsizce, hiç benim duygularım umursanmadan, hatta ve hatta kalbime vereceği acı bilinmeden açılan bir şarkı; kulağıma değmesi ile birlikte nasıl bu kadar huzur kaçırıcı, acımasız ve tarife sığmayan bir kedere dönüşebilirdi? Beni uyutmayıp, aksine içimde büyük felaketlere yol açan, bir ölünün anısını böylesine gözlerim önüne seren bir duyguyla nasıl sabah edebilirdim?


***

Saatler ilerlemiyor gibiydi. Geçen sadece saniyelerdi. Ben ise bakıyordum gökyüzüne sadece… 


Kapa gözünü. Düşünme hiçbir şeyi.


Kapalıyken gözlerin arınabilir miydin korkularından? Korkunun simgesi karanlık sarmışken gözlerini.


Aç gözlerini. Artık zor değil. Ölüleri anımsamak. Sen ki hem kayıplara, hem ölümlere alıştın; bir daha alışamazsın sevince…

Bu sana son mektubum; ne senin elinden, ne benim kalbimden çıkmaz daha ağırı.


Artık sevmek ve kin beslemek arasında çok da fark bulamazsın sen. İşin özü, bu nefrete bulanmış dünyada huzuru bulamazsın. Herkes gibi. Caddelerde suratlarına baktığın insanlar gibi.


Dünya eskisi gibi değil artık. Sen beş yaşındayken daha ağaçlıydı, daha bir yeşildi etrafın. Beş yaşındayken bisiklet süren çocuklar doluydu bu sokak. Arama, bulamazsın…


Kabusunda kendini gökdelenden aşağı atan o kız paramparça oldu, dünyanın her meridyeninden geç, soruştur ve öğren. Ondan haberi olan kimseyi bulamazsın.


O kız da aylar evvel döktüğün gözyaşları gibi bir yok oluş yaşadı. İstediğin kadar sinirlen, üzül ve kinlen. Bir daha öyle derinden ağlayamazsın.


O piyano, artık bir harabenin parçası olmuş. Velev ki değil. Yine de ondan bir sonat duyamazsın.


Demem o ki; ne sen bana dönüşebilirsin, ne de ben sen olarak kalabilirim. Zaman ilerledikçe, sen de herkes gibi olursun. Aynaya baktığında o da sana bakacak lakin hiçbir zaman kendini tanıyamazsın.