sulak hisleri aşamam bir vakit, kuruttuğum cümlelerim dudaklarımda kabuk bağladı bile. çoraplarımı dizlerime kadar çektim, yırtık bacaklarıma yeni bir yeşilliğin pürüzlü yüzeyini sürdüm. bir nefes alayım, izin verin. biraz göğe kaldırayım günümü, gerçekten özledim hayatı. 

biraz da şu köşeden seyredeyim bir şeyleri, bilmiyorum, pek bir önemi kaldı mı... 

hiç konuşasım yok, anlatmak istiyorum olur olmadık, ağzıma değiyor bir şeyler ama yok. kollarım bağlı birbirine, hiç çözülmeyecek gibiler, bu akşam. isteksizim.

sorun ne, her şey çok loş. bu ev, yerden tavana dek romantizm kokuyor. aslında, iğrenç ve hayvansı bir esinti var, bunu es geçemem. yine de, o vahşi doğanın içinde kaybolma isteği olur ya, öyle bir şey, sanıyorum. ağaçlar kesilmiş, yarım. ekmek. kuru. fasulye. ayran ya da kefir. tane mısır. kış uykusu. yorgunum. yarına doğamayacak gibiyim.

başım ağrıyor, bir noktada toplanıyor her biri. sağ gözüme iniyor, gözümde itilmiş bir hayatı hissedebiliyorum. bunun için üzgünüm ama yapabileceğim hiçbir şey, kalmamış. tek bir şeyi düşünüyorum, hep aynı. dön. dolaş. dur. şimdilerde hava çok soğuk. ellerimi hissedemiyorum. eskisi gibi. yürümek istiyorum öyle bir yerlere, amaçsız ve yüksüz. kayıp.

ben bir şeyin içine mi düştüm, yoksa, çoktandır?

evet, bazen geliyor o sızı, oralı olmuyorum. ben bunlarla baş edemeyecek kadar tembelim. kendimi kandırıyorum, gücümle yüzleşmek beni korkutuyor. günün sonunda kendimden bile korkuyorum. bir yorgunluğun içine düşüp kendime acımasızca davranabilecek olmam, her şeyden geri çekiyor beni. alıkoyuyorum kendimi. sonra tam yazı yazarken ellerimin titrekliğini görmek, nasıl da şok ediyor bedenimi. iki yana hızlıca kayıyorum, gözlerimle.

yine çöpleri ben mi dökeceğim? stres altında kalmış muz kabuklarının kokusu, şimdi, tren raylarına kusmayı hayal edeceğim çünkü bir klozete kusmak yetersiz hissettiriyor. yüzyıllık bir halıya kusmak ise pek pervasızca. 

alıp başımı gidebilecek kadar anın içinde kalamadım, kendimde suç aramıyorum. bugün değil. ilk şahit olduğum, tostun üzerindeki bir tanrı fikri, hâlâ güldürüyor beni. suç arayamayacak kadar dolu zihnim. homo erectusların çirkinliği, bazen benzeştirmeden edemiyorum birileriyle. eskiden bu denli takılmazdım dış görünüşlere, sonra ilk insanlara gülmeyi de bıraktım. aynalar yetersiz. 

yeni bir sözlük edindim, asla takılı kalamayacağım yeni kelimeler beni sessizce anlatmaya başladılar; dolabın içinde. açmadım o kapağı, yeltenmedim. sırtımı soğukluğuna yasladım ve yeni bir virüsün içimde oluşmasını bekledim. bir öksürükle, yeni bir kelimeyi yerle bir ettim.

o gece, yorganların hışırtısı yüzünden hiç uyuyamadım. uyuyan bir insanın bu denli hareket etmesi, akıl işi gibi gelmedi.

bu odada aklın, aranacak son şey olduğunu o an fark ettim. ne yazık. gecemi bunun için heba etmek, ne yazık.

bunlar bir yana, rahatça uyudum. rüyamda babamı gördüm.

yatağın üzerinde bir kalp, atıyor, atmaya devam ediyor ancak korkmadım. kırmızılığı ilginç göründü, bu can alışı garipsemedim. birileri ölür, kalpleri yatağımızın üzerinde atmaya devam eder. onun kanıyla uyur, her bir atışıyla büyürüz. peki neden, baba? 

gidip ellerini yıkadım, o an sinirliydim ama suyun akışına kapılıp sustum.

ve uyandım.


bulanık bir zaman, parmak izini anımsıyorum, anlam veremediğim bir kokuyla bırakıp gitmişti bizi. ilk kez bir garda sarıldık, bu pek anlamlı gelebilir ama kendimi ölecekmiş gibi hissetmiştim. son günler, umarım anlatıldığı kadar anlamlı değildir. buraya bağlamayı beklemiyordum, elimde kalan lekeleri gelişigüzel sürüyorum yabancı kıyafetlere, beni bir yerde tek başıma bırak. o zaman kolaylıkla alışacağımı düşünüyorum. evini bana emanet et, hayallerime sığdırayım onu, loşluğunu yutayım. ışığı hiç söndürmeyeceğim, aksine belki bir mum da ben yakarım. romantizm, kaçtığım bir şey olmadı hiçbir zaman.

kırmızı çizgi, ten yakan koltuklar, kirli olduğuna emin olduğum ama yine de iyice sarındığım battaniye, benden ayrı sayılamaz hiçbiri. sessiz soluklar, yutkunuşlar, temel ihtiyaçların her şeye rağmen gülümsenerek karşılanması, beni tuhaf hissettiriyor bazen. sabah saatlerinde camdan bakınmayı istiyorum. gece olunca, bir omuz genişliğinde, dolunaya tutulmak. boğularak uyuyakalmak, sabah kuru bir hava, kanayan burun. yaşamak güzel, demişlerdi.

yine başlıyoruz.

bu kokudan nefret ediyorum. buraya hapsolmak zorunda kalmak. bir sinir hastalığı daha kaldıramam. yeni bir böcek türünü daha katledemem. sadece insan, saçı başı dağılmış, susuz, işsiz, yalnız bir insan. sabaha karşı, gözleri kısık, kendi kendine bir şeyler geveliyor. öyle bir şey işte. halının desenleri, içine işlerken, ne yiyeceğim diye düşünmezsin ki. yutkunursun kuru kuru, gece, ne uzundu. gözlerimi dikenlere kapattım ve işte, hâlâ burada olmak, bir mucize. dikenli ve ertelenmiş bir mucize. hayatlarımız, ayrı olmasına rağmen.

güneşin batışına uyanmak, kimselerden kaçmak gibi. en son kimle karşılaştın, tanıdık bir yüz, nerede? neredeydin sen, nerelerden geldin? soruların gülünçlüğü, yine aldırmıyorum bunlara. çoktan aşmamız gerekirken... adımlarımı artık sayamıyorum, ardımda bırakamıyorum kırıntıları, basıp kayboluyorum. izsizliğimle. ancak ıslaklık, çamur, kar... benim varlığım. bir eve kar yağdırmak. bir eve kamp kurmak. bir evde kıvranmak.

yabancı ev

uzun camlar

soğuk yorgan

korkunç sessizlik ve karanlık

acaba fazlalık mıyım?

burada, olmak, talihsizlikti. sığınmaya çalışmak, tüm hislerle. yetersiz olacaktı, en başından. acaba fazlalık mıydım, en başından? o şüphe, kemirgen. zehirli. eğerli, amalı, keşkeli zehirler. dolanıp durmayın boynuma. yalvarırım, durun bu gecelik. bir nefes alayım, izin verin.

sorun değil. sorun değil. unutalım bunları. 

hiç yaşanmamış saymayı dilemek, içtenlikle, bu kabul olabilir mi? bir şeyler hatırına. ölmemişlik hatırına. yanlışlıklar hatırına... zırvalıklar.

ben artık bir yaşamlık şansımı burada harcamak istemiyorum. 

benim için başka bir yer, olmalı. ben buraya ait olabilir miyim?

hiç olamamış gibi. sürekli bir şeylere toslamak. toslamak ve yorulmamak.

peki, neden hâlâ gitmek istemiyorum?

öyle!