Yağmur yağmaya başladı. Normalde yağmurda yürümeyi romantize eden biri değilim ama o sırada yapılacak en doğru şey gibi gözüktü. Göğe baktım, yağmurun yüzüme dokunuşunu hissettim. Yere baktım, ışıldayan su birikintileri aldı gözümü. Haram Geceler çalmaya başladı. Adımlarımı yavaşlattım, müziğin her tarafımı sarmalamasına izin verdim. Kısık sesle eşlik ettim şarkıya. Yolumun sonuna yaklaştım, yağmurdan ayrılmak istemedim. Gideceğim yerin tam karşısında bir çocuk parkı vardı. Muhtemelen çocuklarını izleyen ebeveynler için yapılmış bankları fırsat görüp birine oturdum. Bank biraz ıslaktı ama o bile sorun değildi. Yağmur bastırmaya başladı, tamamen yalnızdım o parkta. Gözlüğüm damlacıklarla doldu, her görüntü, her ışık parçası o damlalardan defalarca gözüme ulaşıyordu. Kafamı yukarı kaldırdım, gözümü kapattım ve düşündüm.


Esasında sadece ağlamak için başlamıştım yürümeye. Şimdi neden içimde belli belirsiz bir keyif var? Yağan yağmurdan mı, burnumu kesmeye başlayan soğuktan mı, yoksa kimsenin beni görmediği bir yerde olmaktan mı? Bu keyif endişelendirmeye başlamıştı beni. Çünkü ne zaman mutluluğu tutmaya çalışsam, onun yok olduğunu hissederdim. Bu, her seferinde daha da yüksek bir yerden zemine çakılıyormuşum gibi; kemiklerim kırılıyormuşçasına, nefes alamıyormuşum gibi hissettiriyordu. Beni böyle çaresiz bırakan duruma maruz kalmamak için mutluluğun önüne bir set çekmiştim. Anlık keyiflerin önüne değil tabii ki. Sadece umutlu olmak beni korkutuyordu, hepsi bu. Sabahları mutlu uyanmaktan istemezdim, günün devamında çok mutsuz olmaktan endişelenerek. Başta bunu isteyerek yapardım, artık maalesef kendiliğinden oluyordu bu durum. Gün geçtikçe uyanmak daha da zorlaşıyordu benim için. Göğsümde bir el vardı, beni yatağıma bastırıyordu. O kadar güçlüydü ki yatağa tamamen gömülüp boğulmaktan korkardım. Ama çıkmam gerekirdi her seferinde. O gün de çıkabilmiştim işte. Beklentisiz olursam, stabil olurdum. O şartla çıkmıştım. Küçük iyi şeyler keyif veriyordu, fazlasını isteme gafletine düşmüyordum. O mutlu anların dışında ise kendimi hayalet gibi hissediyordum. Hayalet çizgi filmlerinde, canlılar onların içlerinden geçebildikleri için çok üzülürlerdi, nedenini anlamıştım o sırada. Bizim aksimize, onların içlerindeki boşluk açıkça belli oluyordu. Fark edilmeme veya görmezden gelinmeye değil, tam tersine içlerindeki boşluğun bu kadar belli olmasına üzülüyorlardı. Böylece kendilerinden de saklayamıyorlardı bu durumu. Bizim aksimize.


Tüm bunları düşünürken müzik listemin başa döndüğünü fark ettim. Soğuktan zar zor hissedebildiğim elimi telefonuma götürdüm ve müziği kapattım. Başıma ince bir ağrı girmeye başlamıştı zaten. Telefonumdan yansımama baktım. Siyah saçlarım tüm ıslaklığıyla parlıyordu. Gözlerim ve burnum kızarmıştı. Yorgunluğum fiziksel olarak belli ediyordu artık kendini. İlk başta hissettiğim huzurlu vaziyetten eser kalmamıştı şimdi. Mutsuz başladığım ana geri dönmüştüm. Hiç değilse bugünlük neye üzüleceğimi biliyordum. Belirsizlikten iyidir. Kitaplarım ıslanır endişesiyle sıkıca kendime bastırdığım bez çantamı sağ koluma taktım ve ayağa kalktım. Artık gitme vakti gelmişti. Hızlı adımlarla gitmem gereken yere gittim.