Ihlamur kokulu sabahların

bir gençlik ölümü getirdiği

yağmurlara açtım gözlerimi.


Yalnızlık yüzyıllardan beri

o kuru ve mutlu görünen kalabalıkların

en sadık ve kuduz hayvanı

ve yağmur ıslatır

ürkek, güçsüz kalabalıkları

ıslanır sahici olmayan güç hevesleri

yağmurda sevgilinin elini tutmamış kadar

kötücül hırslar esir alır

gökkuşağı bezeli dostlukları

-dostluklar ki acının her rengine teşne değil mi?-


Dünya yağmurlu bir sabahın getirdiğiyle

yeniden tanımlanıyor

çıplak omuzların taşıdığı anlam farklılaşıyor

yaprakları ıslatan çiğ kokularına tanıklık ediyor

gözlerim özenle seçilmiş yalnızlıkların penceresinden


Yangından rüzgarın kopardığı bir közdür yüreğim

yağmurlu bir sabahın dindiremediği

Yüreğim! Acılara mahir oldun diye mi

alevinin sönmeyişi?

Paslı bir zebercet taşı takıyorum bileğime

ölüm paslandırmasın diye yüreğimi

bileklerim fışkıran kanlara tanıklık etmesin diye


Aşkımı ve inancımı lehimlediğim çelik

bir katre suya hasret nicedir

hasret dinsin, boran bitsin diye

şemsiyesiz çıkıyorum yağmurlu bir sabaha

aşkımı ve inancımı alıp sırtıma

o yıpranmış omurgamı dineltiyorum

Dineliyorum,

gök arınsın küfünden,

cesetlerin kokusu dinsin,

suyun sızısı bilinsin diye.

Ve dinelişim bir suç çağrışımı oluyor böylece

resmi evraklarda, mühürlü belgelerde,

sabahın yağmur getirdiği sokaklarda

belki de acının her rengine teşne dostların arasında.