Tarih boyunca gerçeklerin acımasızlığını toplumun yüzüne bağıra çağıra haykıranların sonu hep aynıdır. Günün sonunda tahribata uğramışlar, toplum tarafından reddedilmişler ve çoğu zaman sefalete mahkum edilmişlerdir. Kısacası toplumun duymak ve şahit olmak istemediği gerçekleri dillendirdikleri ve doğruyu söyledikleri için dokuz köyden kovulmuşlardır. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun bu romanı da kendisinin en merhametsiz eleştirilerin hedefi olmasına yol açmış, fütursuzca tefrit edilmesine neden olmuş. Peki tüm bu tenkitlerin üzerine izahat yazıp açıklama yapma gereği duyan Yakup Kadri’nin hangi satırları, neden birilerinin canını bu kadar sıkmış?


Yakup Kadri, romanında Milli Mücadele döneminde Anadolu Tetkik-i Mezalim Heyetinde çalışırken yaptığı gözlemlerden ve edindiği tecrübelerden yola çıkarak dönem insanının portresini çizmiş ve günlük yaşamını anlatmaya çalışmış. Ancak şahit olduğu gerçeklerden yola çıkarak romanına yansıttığı kurgu hepimizin o döneme dair düşüncelerine karşın yüz kızartıcı vaziyette. Tabii yüz kızartıcı vaziyette olması da çevreden pek çok tepki toplamasını beraberinde getirmiş. ‘’Sen ne cüretle kutsal bir mücadelede rol almış o dönemin insanına dair bu ithamlarda bulunursun?’’

Peki sorun aslında senin yoktan yere yüceltmen değil mi?



Şimdi ne görüyorum? Anadolu… Düşmana akıl öğreten müftülerin, düşmana yol gösteren köy ağalarının, her gelen gasıpla bir olup komşusunun malını talan eden kasaba eşrafının, asker kaçağını koynunda saklayan zinacı kadınların, frengiden burnu çökmüş sahte sofuların, cami avlusunda oğlan kovalayan softaların türediği yer burasıdır.

***

Bunun nedeni Türk aydını, gene sensin! Bu viran ülke ve yoksul insan kitlesi için ne yaptın? Yıllarca, yüzyıllarca onun kanını emdikten ve onu bir posa halinde katı toprak üstüne attıktan sonra, şimdi de gelip ondan tiksinmek hakkını kendinde buluyorsun.
Anadolu halkının bir ruhu vardı, nüfuz edemedin. Bir kafası vardı; aydınlatamadın. Bir vücudu vardı; besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı! İşletemedin. Onu, hayvani duyguların, cehaletin, yoksulluğun ve kıtlığın elinde bıraktın. O, katı toprakla kuru göğsün arasında bir yabani ot gibi bitti. Şimdi elinde orak, buraya hasada gelmişsin. Ne ektin ki ne biçeceksin?
Sana ıstırap veren bu şey, senin kendi eserindir, senin kendi eserindir.

 

Bu satırları kaleme alan bir yazarın zaten hicvettiği kesim apaçık ortadadır ve kendisinin bu kadar topun ağzına konulmasının sebebi de aydın kesimi sorumluluk almamakla suçlamasıdır. Hayatı boyunca içten içe Anadolu’nun köy ve insanından, bu insanların mütevazı yaşamından ve yine bu insanların sahip olduğu gelenek, görenek ve zihniyetten tiksinmiş, görmezden gelmiş insanların burjuva sınıfının daimi üyelerinden biri olmak adına bu insanları amaçsız ve yoktan yere övmesi aslında sahtekarlığın ta kendisi değil midir? Bu insanları olmadıkları biri gibi kutsal meziyetler ile süslerken bir yandan da onların geri kalmışlığından istifade edip dahil olduğu burjuva sınıfından kendine maddi ve manevi çıkar sağlamak ikiyüzlülük değil de nedir?


Romanın gerçeklerden dem vurmak dışında hiçbir suçu ve günahı bulunmamaktadır. Bu romanı yazıldığı dönem en şiddetli şekilde eleştiren ve kınayanlar aslında Anadolu insanının toprağı ekip biçip mahsul yetiştirmek ve çağırıldıkları zaman askere gelmek dışında bir meziyete sahip olmamalarını isteyen insanların ta kendisidirler. Çünkü onlar için bu insanlar köylerinden çıkmasın, bütün günlerini toprak ile uğraşarak geçirsin ve günün sonunda karınlarını doyurduklarına şükretsin. Böylece vasat da olsa kalem kelam bilenler olarak onları rahatça yönetsin ve yönlendirsin. Onların tepesindeki üst sınıf olarak hüküm sürsün ve yine onların sırtından maddi manevi her anlamda konforlu bir yaşam sürsün. Yeter ki düzenleri bozulmasın…


Bunu o dönemde yapmış ve üstüne üstlük bu roman sonrası Yakup Kadri’yi Anadolu halkına yakışıksız ithamlarda bulunmakla suçlamış kişilerin milliyetçilik adı altında bu agresif tutumu göstermeleri de aslında mutaassıplığın daniskası olmaktan öteye gidememiştir. Bir ülkeyi baştan ayağa kaldırmaya çalışan yüce Mustafa Kemal Atatürk’ün savaş döneminde henüz ülke kurulmamışken Maarif Kongresi düzenlemesi ve en titiz çalışmalarını ısrarla eğitim konusu üzerinde yapması, bu roman üzerine tartışılanlar nazarında bugün kimin taraf kimin ise bertaraf olduğunu ortaya koyuyor.

Sahi Yakup Kadri’nin bu romanında dediği gibi:


‘’İnsan Türk olur da, nasıl Kemal Paşa’dan yana olmaz?’’