Uyarı: Yalnızca yetişkinlere yöneliktir.



*Binbir Gece Masalları'ndaki ''Abanoz At'ın Sihirli Öyküsü'' başlıklı kısımdan esinlenilerek farklı bir masal olarak oluşturulmuştur.*



Zamanların ötesinde, zamanların içinde, develerin tellallığı pirelerin berberliği artık kabul edilmezken, ninemin beşiğinin ipleri ile devler dişlerini karıştırırken şarkı söyleyen ağaçların ülkesinde çok güzel kadınların yaşadığı bir köy varmış. Hiç erkek olmayan bu köyde kadınlar kendilerini doğururlarmış. Her kadın tıpatıp annesine benzermiş ama her kadın da annesinden daha güzelmiş.


Camları kıskandıracak parlaklıkta gözlere, bulutlardan yumuşak saçlara ve şarkılarını ağaçlara söylettirebilecek kadar güzel seslere sahip bu kadınlar ülkenin diğer tüm insanlarından farklılarmış. Savaşın ve açlığın sürdüğü zamanlarda bile bu köyde tahıl tükenmemiş, huzur asla azalmamış. Köyün sınırlarının dışında hep kavga ve kötülük sürmüş, tüm insanlar gittikçe katran karası kalplere sahip olup bir bardak su için bile komşusunu öldürebilecek kadar kötüleşmişken köy halkı bu durumdan habersiz, dışarıyla bağını yitirmiş bir şekilde huzur içinde yaşamaya devam edermiş.


Kadınların çalışırken söylediği neşeli türküleri ağaçlar mırıldanarak tüm ülkede yayarmış. Ülkedeki tek güzellik de bu olurmuş. Ama her 27 yılda bir kere 1 haftalığına ağaçlar nereden geldiği bilinmeyen hüzünlü bir şarkı söylermiş, o haftanın sonunda yine mutluluk içeren şarkılara dönermiş. O 27 yılda 1, prens abanoz atıyla köye gelir, kendisi için eş seçer ve gidermiş. Prenslere bu abanoz at asırlar önceki dedeleri Kamerül Akbar'dan kalmış. Gökten süzülerek gelir, atlarından iner ve abanoz atın bir evin önünde durmasını beklerlermiş. Durduğu evin önünden beğendiği bir kızı da alarak, atına binip sarayına geri dönermiş. Giden kızdan haber gelmez ama her yıl muhafızlarla hasat bayramı zamanı yeni doğan bebekler için en güzel kumaşlardan kıyafetler gönderirmiş. Prensler hep çok yakışıklı olurmuş ama yüzlerine nedense bakılmazmış. Dudaklarının kenarları hep toprağa eğik, gözleri hep kızıllarla çevriliymiş, dikkatli bakanlar prenslerin etrafında bir ateş haresi görürmüş.


Yine bir 27 yıl dolduğunda prens çıkıp gelivermiş, atının gökyüzünde süzüldüğünü gören kızlar hep evlerine girip kapılarını kapatmışlar, atı ile yere inen prens, atının bir evi seçmesini beklemiş. Atın durduğu evden üç kız kardeş çıkmış: Elmas, İnci ve Yakut. Üç kardeş de annelerinin kopyası imiş ama Yakut’un gözleri daha mutlu, gülümsemesi daha parlakmış. Prens bu parlak gülümsemenin kendi karanlığını temizleyebileceğine güvenerek Yakut’u seçmiş. Birlikte ata binip köye yükselerek saraya doğru gidivermişler. Köyün sınırlarını geçtikleri an Yakut bir terslikler olduğunu anlamaya başlamış. Yemyeşil tarlalar yerini gittikçe çorak arazilere, güzel renkli küçük evler önünde ceset yığınlarının yükseldiği beton binalara bırakıyormuş. Çağlayarak akan dereler ince ve pis su kanallarına, çiçekli yollar yamalı asfaltlara dönüyormuş. Hiçbir insan gülümsemiyor, çocuklar kinle bakıyormuş.


Saraya geldiklerinde Yakut’un etrafı prensin diğer eşleri ile çevrilmiş. Yakut öyle bir şey olacağına hiç ihtimal vermemiş, kendine ilk defa bu kadar kötü bakıldığını görünce kaçmak istemiş ama muhafızlar yakalayıp onu bir odaya atmışlar. Üzülen genç kız günlerce ağlamış ve onun ağlarken söylediği cümleleri ağaçlar bir şarkı yapıp tekrarlayıp durmuş. Günler sonra ilk defa bahçeye çıktığında bu hiçliğin ortasındaki tek canlı olan abanoz ata yaklaşmış, atın gözlerinin yerinde simsiyah sularla dolu küreler olduğunu fark edince irkilmiş ve bir anda atın bir saat gibi mekanik sesler çıkarttığını duymuş, ülkenin geri kalanından duyduğuna benzeyen mekanik sesler. Prensle görüşmek istediğini söylemiş muhafızlara. Prens ise kızın yola geldiğini düşünerek, sinsice gülerek kabul etmiş isteği. “Ülkene huzuru ve mutluluğu getirebilirim ama beni serbest bırakacaksın sonrasında,” demiş Yakut, prense. Prens, “Tüm şartların kabulüm ama getiremezsen benimle burada kendi isteğinle yaşamaya başlarsın,” demiş. Bahçeye geri dönen Yakut, abanozdan yapılma atı sökmeleri için muhafızlara emir vermiş. Atın içinde mekanizmanın tam ortasında simsiyah bir kalp varmış; meğerse abanoz at artık bozulmaya başladığında yaşlı ve kötü kalpli bir bilgin, güzel kadınlar köyünden gelen bir genç kızın kalbini takmış ata. Kalbi güzelce toprağa gömmüş Yakut. Köyünden tahıllar, tohumlar, çiçekler getirtmiş ve her yere ektirmiş. Fidanlar yeşermeye, ekinler boy vermeye yüz tutunca çocuklardan başlayarak herkesin yüzü gülmeye, ülke huzura dönmeye başlamış ama bir tek prens kötülüğünden sıyrılamamış. Ve Yakut’a verdiği sözü tutmayacağını söylemiş. Üzülen ve ne yapacağını bilemeyen Yakut bir karar vermiş. Sarayın en yüksek kulesine çıkan genç kız kendini aşağı bırakmış. Yakut’un çığlığını tekrar eden ağaçlar bir daha asla susmamış. Güzel kadınların köyü haritadan silinivermiş bir anda, hiç var olmamışlar gibi. Yakut’un çığlığını sürekli tekrarlayan ağaçların ülkesine bir daha huzur uğramamış.